Ulaşım

-Ulaşım denilince akla ilk ne geliyor? Benim aklıma önce kaldırımlar geliyor. Hepimiz biliyoruz ne vaziyette olduklarını.

Ulaşım denilince akla arabalar, motosikletler, kamyonlar, taksiler, minibüsler, trenler, uçaklar, helikopterler vs. geliyor.

Ulaşım denilince; Türkiye gözüyle bakınca (ve bir İstanbullu olarak) aklıma THY geliyor. İETT aklıma geliyor. Metro aklıma geliyor.

THY bugün Dünya’nın en fazla noktasına uçuş yapabilen firması. İETT günde toplam onbinlerce km yol giden, İstanbul gibi bir mega kentin ulaşımını üstlenen, üstün seviyede bir belediye işletmesi. Metro ise Türkiye’nin İETT’si gibi. Yani İETT İstanbul için ne ise Metro’da Türkiye için o. Bartın’dan Afyon’a, Erzurum’dan Adana’ya ve fazlasına bilet alınabilir Metro’dan.

Kabul edelim… Bunda gocunacak bir şey yok: Bu 3 firma gerçekten gurur duyulabilir seviyede kurumlardır. Metro’nun yüzlerce (toplamda tam olarak 1.645 adet) otobüsü vardır. Ve bunlar öyle eften püften otobüsler değildir. Mercedes, Neoplan, Man, Setra gibi yüksek seviyede lüks otobüslerle donanmış bir filonun sahibidir Metro.

THY bugün itibariyle filosunda tam 394 adet uçak bulunan bir kurumdur. Devdir yani. Balinadır. Dünya havacılık sektöründe zirvedir THY. Bunları söylemekten utanmamalıyız. Gerçekten küresel ölçekte ve piyasa dinamiklerini etkileyip yön veren bir kurumumuzdur THY. Bu konuda T.C. Devleti’nin sabır ve kararlı tutumu ile Türk vatandaşının yürekten desteğiyle iyi temennisi es geçilmemelidir. KLM ve Lufthansa dev firmalar idi. Ve ancak devlet desteğini kaybedince bu gibi kurumların küçüldüğünü gördük. Hollanda ve Almanya bizim kendi milli havayolu şirketimizi ayakta tutmak için gösterdiğimiz çabayı göstermediler. Böylece KLM ve Lufthansa gibi dev firmalar bile küçüldü.

İETT İstanbul’un omurgası denilebilir. Filosunda toplam tam olarak 3.457 adet otobüs bulunmaktadır. Ve bu otobüslerin pek çoğu lüks araçlardır. İstanbul’un çilesini çeken bir kurumdur. Hatta şunu iç rahatlığıyla söyleyebilirim: Dünya üzerinde İETT kadar dev bir çapa sahip şehir içi yolcu taşıma firması bulunamaz. Ne New York’ta, ne Paris’te, ne Mumbai’de, ne Pekin’de bu kadar büyük bir filoya sahip ulaşım iştirakleri bulunmamaktadır.

Evet; Metro, THY ve İETT en kısa biçimde böyle hatırlanabilir. Övünmek demek daha iyisini hedeflemekten vazgeçmek anlamını taşımamalıdır.

Şu da bir gerçek; bu 3 kurum hakkında ağzından salyalar akan bir yönetimi var Türkiye’nin son 20 yıldır. Bu kurumları ele geçirip yandaşına satmak isteyen, bu kurumların ahlaklı ve temiz duruşlarını siyasete alet etmek isteyen bir yönetim var bugün Türkiye’de.

Kara ve demir yollarımızın haline daha sonra  değinilirse; üç yanı deniz ile sarılı olan bir Akdeniz ülkesi olarak Türkiye’nin dev bir deniz yolu ulaşım kurumu ortaya çıkaramamış olması kafa karıştırıcı ve üzücüdür. Yalnızca kendi limanlarımız arasında sefer eden bir işletmemiz olsa bile yeterdi. Yani Samsun’dan Antalya’ya giden yolcu gemilerimizin olmaması çok üzücü. Aslında var. Var ama yeterli seviyede değil. Sadece kendi limanlarımız arasında ulaşımı eksiksiz sağlayan bir kurumumuz olsa bile bu kurum küresel ölçekte olurdu. Yani yegane kendi limanlarımız arasında sefer etsek bile büyük bir çapa kavuşuruz.

Bir türlü beceremedik bu işi. Zübeyde adını verebileceğimiz bir gemiyi tersanelerimizde inşa edip kızaktan indiremedik.

Hava taşımacılığı, kara taşımacılığında güçlüyüz. Ve ancak deniz yolları ve demir yollarında zortlamış vaziyetteyiz.

-Ulaşım devletin temel hizmetlerinden biridir. Devletin hepi topu 5 tane temel sorumluluğu var: Güvenlik, Eğitim, Sağlık, Ulaşım/İletişim, Altyapı/Enerji. İşte ulaşım bunlardan biri.

Durum böyle olunca devlet makamlarını tutan siyasi oluşumların bu konulardan muaf tutulması yanlış olur. Şu gerçeğe dikkat edelim:

İstanbul Atatürk Havalimanı İstanbul’un metro bağlantısı olan tek havalimanı idi. Şu anda İstanbul’da iki havalimanı var. İkisinin de metro bağlantısı yok. Size bir şey söyleyeyim: 2020 yılında havalimanı inşa edip bu havalimanını metro yoksunu bir vaziyette hizmete açanlara Dünya kıçıyla yaldır yaldır gülmektedir.

İtiraf edelim; maksat Türkiye’ye, İstanbul’a yeni ve güzel bir havalimanı hediye etmek falan değil. Maksat adı Atatürk olan havalimanını kapatmak. Çünkü bu havalimanı bir nevi Türkiye’nin Dünya’ya açılan kapısı idi. Ve yobaz, bağnaz yönetim algısı buna kem gözle baktı.

Gerçekten örnek teşkil edebilecek şehirlerde, havalimanları şehrin içine kadar girebilmektedir. Örneğin Washington’da bu böyledir. Şehirde iki havalimanı vardır: Ronald Reagan Havalimanı ve Dulles Havalimanı. Ronald Reagan Havalimanı tabir caiz ise şehrin ortasındadır. Dulles Havalimanı ise daha uzaktadır. Bir detay da şu şekildedir: Ronald Reagan Havalimanı yalnızca ulusal uçuşlara açıktır. Dulles Havalimanı ise uluslararası uçuşlara açıktır.

Türkiye’nin mevcut yönetimi iyi niyetli olsa idi bu uygulamayı tercih edebilirdi. Yani Atatürk Havalimanı yalnızca ulusal uçuşlara açık tutulabilirdi.

Ters ampulcü örgütün Türkiye’ye attığı büyük bir madiktir Atatürk Havalimanı’nın yıkılışı.

 

-Bundan 15 yıl evvel, yöneticiler dediler ki; “Karadeniz’i boydan boya duble yol ile geçeceğiz!” Türkiye’de yazık, alkışladı bu söylemi. Yahu yıl olmuş 2000, ne duble yolu be?! Duble yol diye bir kavram bile yok gelişmiş ülkelerde. Yapacaksan ya otobanını ya da otoyolunu yaparsın, ya da bu işe el atmazsın. Yıl olmuş 2000, herifler halen iki şeritli şehirlerarası yol yapmakla övünüyor. Vatandaşta yapılan yol önceki yola göre daha iyi olunca “Ne güzel oldu” diyor.

Aynı biçimde şehiriçi metro ağlarının inşasını vatandaş “Devlet başarısı bu işte” şeklinde yorumladı. Çünkü öyle dedi mevcut yönetim. Yahu metro dediğin kanalizasyon gibi, telefon ağı gibi, elektrik/doğalgaz gibi rutin bir devlet hizmetidir. Uzaya gittim desen, kanseri iyileştirdim desen anlarım. Bunlar devlet başarıları olur. Ve ancak sen devlet için başarı çıtasını metro olarak addedersen biz bitmişiz demektir. Bazı Afrika devletleri ülkelerini tanıtmak amacıyla yaptıkları videolarda alt geçit göstermektedirler. Sadece İstanbul’da belki 2.000 tane olan alt geçitlerden adamlar 1 tane yapmışlar ve onunla övünüyorlar. Küçük görmek anlamında söylemiyorum. Ancak memleketlerin mertebeleri olduğunu zaten hepimiz biliyoruz.

 

-Demiryolu ağı istiyoruz. Türk yapımı lokomotif istiyoruz. Ve bunları yüzyıllardır istiyoruz. Ve yüzyıllardır olmuyor. Anadolu coğrafyasına artı işareti 
biçiminde yerleşen bir demiryolu ağına halen sahip değiliz.

Halbuki demiryolu ağının karayoluna göre inşa edilmesi çok daha ucuzdur. Ayrıca karayolundan daha güvenlidir. Her yıl bayramlarda yollara çıkan milyonlarca vatandaşımızdan pek çoğunu trafik kazalarında yitiriyoruz. Demiryolu ağı olsa belki de binlerce vatandaşın hayatı kurtulacak.

Ya aslında bu konu ile ilgili söyleyecek bir şey kalmadı. Hepimiz biliyoruz ki demiryolu vatanın menfaatinedir. Ve hepimiz doğrunun ne olduğunu bilmemize rağmen bu doğruyu uygulayacak basirette bir iktidara sahip olamıyoruz.

 

-Uzay. Bu mecra ulaşım konusudur. Ancak Türk için uzay mizah konusu olmanın ötesine geçememiştir. Bu çok üzücü. Çünkü uzayda var olamayan kültürler zamanla tarih sahnesinden silinebilecektir. Günün ve çağın gereklerini yerine getirmeyen kültürler silinip giderler. Örneğin Astek, örneğin İnka, örneğin Maya… Hepsi bilinçli olarak teknolojik açıdan daha ileriye gitmemeyi seçmiş ve neticesinde yok olmuşlardır.

Basit bir kafa algısıyla Türkiye’nin konu ile ilgili ne yapabileceğini kurgulamaya çalışırsak;

“Roketsan, bir bakar mısın? Ya 70 km dikey tırmanış yapacak bir roket yapar mısın? Uzaya kadar yani. Çıktıktan sonra ne olduğu önemli değil. Biz sadece atmosferin dışına roket gönderelim yeter.

Turkcell, bir bakar mısın? Ya bizim Roketsan bir roket yaptı. Uzaya kadar çıkıyor. Bu roketin ucuna akıllı telefon büyüklüğünde bir alıcı-verici koyabilir misin? Bununla rokete yön vermeyi düşünüyoruz.

Roketsan, bir bakar mısın, bak ne diyeceğim: bizim Turkcell bir cihaz yapmış. Cihaz 8 kilo ağırlığında. Bu cihazı yörüngeye taşırsak cihaz roketten ayrılıp yörüngeye yerleşecek. Fotoğraf çekecek, video çekecek, fezayı inceleyecek ve iletişim konusunda bize fayda sağlayacak.

Turkcell, bir bakar mısın? Roketsan ile konuştuk. 8 kilo yükü uzaya taşımanın oldukça zor olduğunu söylediler. Ayrıca ilk roketteki akıllı telefon büyüklüğündeki cihazı taşıyan rokete göre en az 20 kat daha büyük bir rokete ihtiyaç duyulacağını söylediler. Resmen uçan kule yapmaları gerektiğini söylediler.

Roketsan, bir bakar mısın? Turkcell ile konuştuk. 8 kilo olan cihazın ağırlığını 6,5 kiloya çekebiliyorlar.

Turkcell, bir bakar mısın? Roketsan ile konuştuk. Yakıtı azaltamayacaklarını ve ancak Opet ile konuşursak yakıtın ağırlığını düşürücü bir uygulama yapabileceklerini söylediler.”

 

-Uluslararası otoban ağları ülkeleri, milletleri, devletleri birbirine yaklaştıran bir uygulamadır. Dünya’yı birleştirici etkileri vardır. Örneğin TEM Otobanı onlarca ülkeyi birbirine yakınlaştırmaktadır. İtalya’dan Türkiye’nin doğusuna uzanan bu otobanı yapmak için birçok ülke koordineli olarak çalışmışlardır. Belli standartların altına inilmesine göz yumulmamış ve ülkeler arası yol kalitesi farkının oluşmasının önüne geçilmiştir.

Peki niye İstanbul’dan Astana’ya bir otoban inşa etmiyoruz? Türk Cumhuriyetler ile bağımızı kuvvetlendirecek olan bu tip bir uygulamanın altından kalkamayacağımızı mı düşünüyoruz? Eğer öyle düşünüyorsak yanlış düşünüyoruz demektir.

 

-Yakıt fiyatları

 

-Ortaya atıldığında şaka zannedilen bir fikir; kömürle çalışan otomobil.

Kömür ile çalışan lokomotifler ile uzun süre ulaşım sağlandı. Bugün teknoloji daha farklı bir yerde. Aslında açık konuşmak gerekirse mühendisler kömürle çalışan motora sahip araba üretmek konusunda yeterliler. Bunun yapılabileceği de biliniyor. Tasalanılan konu ise çevre. Yani arabalar kömür ile çalışırsa insanlık olarak intihar etmiş mi oluruz? Gezegenimizin ölüm fermanını mı vermiş oluruz?

Aslında egzoz filtrelemeleri sayesinde benzinle çalışan bir arabadan daha az atık ortaya çıkaran kömürlü araçlar yapabiliriz. 30 sene önce bunu yapamayabilirdik. Ve fakat bugün bunu yapabiliriz. 100 kg kömür ile 3.000 km yol yapabilecek araçlar yapabiliriz.

Ancak bu BP’yi, Exxon’u, Shell’i, Total’i ve daha nice dev firmayı by-pass etmek olacaktır. Yani bu öneri bu yüz milyarlarca Dolar hacimli kurumları rahatsız etmektedir. Hatta bu firmaların propagandası öylesine kuvvetlidir ki kömürle çalışan arabanın bir deli saçması olarak görülmesi sağlanmıştır.

Multi-yakıt seçeneğine sahip arabalar ise gerçekten çok iyi olurdu. Yani benzin, kömür ve LPG’nin üçüyle de çalışabilen motor harika olurdu. Tek tip yakıt kullanan taşıt yerine çoklu yakıt seçeneğine sahip araçlar hepimizi rahatlatabilir.

Türkiye olarak yeni bir otomobil markası ortaya çıkarıp millî imkânlarla arabalar üreteceksek bu tür girişimleri kovalamamız saçma mıdır?

Yalnızca yapılmış olanı yapmaya mı muktediriz?

Nerede cesaret? Nerede öncülük?

 

-Türk’ün uluslararası ulaşımını en etkileyen mevzu vize hususudur. Maalesef çoğu ülke biz Türk vatandaşlarına vize vermeden evvel binbir dereden su getirtmektedir. Elçiliklerde, konsolosluklarda günlerce koştururuz başka bir ülkeye giriş vizesi alabilmek için.

Bu gerçekten çok berbat ve aşağılayıcı bir durum. Turizmimizi canlı tutmak için bize bir türlü vize vermeyen ülkelere biz vize uygulamıyoruz bile. Onlar bize el kol sallaya sallaya geliyor. Ve ancak biz onların memleketlerine normal bir biçimde gidemiyoruz.

Bunun en asli sebebi Türkiye’deki dış işleri personelinin yetersizliği ve kalite yoksunluğudur. Meramımızı diğer ülkelere adam akıllı anlatamamaktadırlar. Bizim savunduğumuz görüşleri izah edememektedirler. Bunun nedeni ise basit ifade ile yabancı dil bilmemeleridir. Hariciye son 20 yılda torpilli personel vahasına dönüştürülmüştür. Evvelde Türk Dış İşleri personeli Dünya’ya parmak ısıttırırdı. Şimdi ise durum berbat. Mevcut Türkiye yönetimine yakın bir dayı yeğenine şöyle diyebilmektedir: “Gel seni dış işlerine alalım. Hem ülke ülke dolaşırsın, hem de dil öğrenirsin.” ! Dil öğrenmek için diplomat olmak! Ulan dil bileceksin ki Hariciye’de olasın. Dil öğrenmek için Hariciye’ye girmekte nedir? Peki bu personel niye kendilerine sunulan bu dolgun maaşlı işler hakkında dürüstçe “Ama ben dil bilmiyorum.” dememektedir? Bunun tek sebebi vatan sevgisizliğidir.

Dil sınavından geçer puan almış. İş konuşmaya gelince zartlıyor. Çin’e Çince bilmeyen, Lübnan’a Arapça bilmeyen torpilli personel gönderiyoruz.

Tüm bu vize problemlerini çözebilecek uygulama aslında BM (Birleşmiş Milletler) vizesidir. Bu bazı zümrelerin hoşuna gitmeyebilir. Ancak BM vizesi bu çileyi ortadan kaldırabilir. Evet BM vizesi almak pek çok ülkenin vizesini almaktan daha zor olabilir. Ve fakat en azından sadece bir kere katlanılacak bir zorluktur bu. Bunun ardından BM üyesi olan her ülkeye rahatça gidip gelinebilir.

T.C. BM Genel Kurulu’nda bu konuyla ilgili önerge sunabilir mi?

 

-Gelişmiş ülke olmanın kıstaslarından biri transatlantik gemi üretmektir. Prestijdir bu. Güç gösterisidir.

Aida, MS Trollfjord, MS Color Magic, Queen Mary 2, Wonder of the Seas, Harmony of the Seas…

Dünyaca tanınan transatlantiklerin bazıları bunlar.

Türkiye olarak bu konuyu gündemimize almış olmamız gerekirdi. Dizaynı, işçiliği, malzemesi yerli imkanlarla temin edilen bir transatlantik yaparsak hem kendimizi daha iyi hissederiz, hem de uluslararası namımız kuvvetlenir.

Hatta nükleer enerji ile çalışan bir transatlantik üreterek Dünya’nın dikkatinin bize yönelmesini sağlayabiliriz.

Dünya’nın dört bir yanından binlerce turisti ülkemize taşıyabiliriz.

Ve ancak… bu acayip pahalı bir şeydir. Yani transatlantiklerin en gelişmiş ülkeler tarafından üretilmesinin bir sebebi var. Bunlar çok çok pahalı yatırımlardır. Tasarruf işi değildir. Lüks işidir. Yapan ülkeye yönelik küresel güven duygusunu pekiştirir.

Evet tasarruf işi değildir. Ve ancak israf da değildir.

 

Bugün 28 Eylül 2022  Çarşamba  01:17     İstanbul   Bahadır Gezer  

2022 © www.zehirzemberek.com Bahadir Gezer Tüm Hakları Saklıdır.