-Kimlikte örtü kullanımı kimlikte güneş gözlüğü kullanımı gibi bir durumdur. Bir güvenlik zafiyetidir.

Ayrıca yeni TC kimliklerde ay yıldız neden turkuaz üzerine kırmızı bir biçimde yer alıyor? Sürücü ehliyetlerindeki gibi kırmızı üzeri beyaz ay yıldız yapmak bu kadar mı zor? Bu kimlik Türk kimliğinden çok Cezayir kimliğini andırıyor. Arkadaşım milli kimlik yapıyorsun ulan! O kimliğe Bayrak koymakla mükellefsin!

Bize ne oldu yahu? Ne zaman milli değerlerimizin yıpratılmasına ses çıkarmaz olduk? Ne zaman kabullendik? Hayatın aslında kayıplar arasında ufak mutluluk anlarından ibaret olduğunu ne zaman kabul ettik? Her an huzur, her an barış, her an refah demek gerçekçi yaklaşımdan uzaklaşmak oldu.

 

-“Benim milletim çile çekmeye alışıktır!”

Bravooo! Eveeet! Çok iyi çile çekeriz biz! Ağzına sağlık bravooo!

..

Şak şak şak alkış tutuyordun? Ne oldu? Bir tombik sandviç döner 50 Lira lan? Çocuğun bu seneki okul masrafı krediyle geçti. Seneye ne yapıcan? Kredide alamıycan bu kredi varken? Noolcak? Alkışla! Tempo tut “Biz çile çekmeye alışkınız!” diye.

 

-Birleşik Boğazlar Birliği. Bu Cebelitarık, Bering, İstanbul, Çanakkale gibi uluslararası su yolu olan boğazlardaki otoritelerin bir araya gelmesi ile oluşturulan bir devlet yapılanmasıdır. Örneğin Cebelitarık ile İstanbul ve Çanakkale birleşirler. Aynı anayasayı benimserler.

Acayip bir düşünce.  Bunun yanında Cebelitarık ile aynı ülkede olmak bir İstanbullu olarak konuya bakınca pekte kötü bir şey değil aslında. Yani Cebelitarık’a vizesiz gidebileceğim.  Kötü olmaz. Ve ancak Türkiye üniter devlettir. Gelemez böyle şeylere.

 

-Rodos ve Girit’in bağımsızlığını savunmalıyız. Ve ancak direkt destek yerine Tunus’u, Mısır’ı, Arnavutluk’u Rodos ve Girit’in bağımsızlığına destek çıkmalarına motive etmek gerek. Girit ve Rodos’un binlerce yıllık tarihine bakılırsa görülür ki Yunan yabancıdır. Tıpkı Anadolu’da olduğu gibi sonradan gelmedir Yunan. Hitit vardır. Sümer vardır. Sonradan gelenler ise Yunanlardır. Türkler’i sürekli sonradan gelmekle eleştirenler bu gerçeği görmezden geliyor.

Tarihte “Savaşmamazlık Garantisi” olan antlaşmalar mevcuttur. Bunlara göre bir taraf diğerine “Sizinle 50 sene boyunca savaşmayacağımızı garanti ediyoruz.” diyebiliyordu. Ancak zamanla devlet yönetenler bazı gelenekleri unuttular. Bir yabancı ülke ile ticaret antlaşması imzalıyorlar ve ancak saldırmamazlık paktını unutuyorlar.

Denizcilik tarihinin mihenk taşları konumunda olan Rodos ve Girit bağımsız olurlarsa Türkiye olarak belki de süresiz saldırmazlık paktı imza edebiliriz.

Niye böyle bir şey yapalım? Yani Yunanistan’a düşmanlık çerçevesinde mi destek vereceğiz Rodos ve Girit’in bağımsızlığına?

Yahu bir kere özellikle Rodos bir ulustur. Yunan olmanın dışında Avrupa’nın dört bir yanından gelmiş asilzade ve şövalyelerin bir araya gelerek yücelttikleri bir ada medeniyetidir. Yani Yunanlaştırılmış olması bu gerçeği değiştirmez. Ulus olmayı başaran özgür olmayı hak ediyor demektir. Ayrıca bağımsız olmak Rodos ve Girit’e Yunanistan’ın devasa ekonomik borcundan muaf hale gelmek demek olacaktır. Bu adil bir durum olurdu çünkü Yunanistan’ın dev borcu Rodos ve Girit’in suçu değildir.

Günümüzde ülkeler bağımsızlıklarını savaşmadan elde edebiliyorlar. Önce Rodos, sonra Girit neden bunun örneği olmasınlar?

 

-İğne çuvaldız.

KKTC’nin uluslararası tanınırlığı yok diye debelenip duruyoruz ve ancak KKTC’nin kendi ait bir para birimi bile bulunmuyor. Nedense KKTC’nin bağımsız hüviyetini kuvvetlendirecek uygulamaları özellikle gerçekleştirmiyoruz. Halbuki TC Merkez Bankası destekli bir KKTC para birimi, tanınırlığı getirecek hareketlerin ön saflarında gelecektir.

Bu konuda devlet belli ki karar almış. “Kıbrıs’ta Türk Lirası tedavülde olacak.” biçiminde bir karar. Peki ama niye? Başta (Barış Harekatı) belki bu doğru olandı. Ve ancak KKTC’nin varlığı önümüzdeki sene 50. yılını dolduracak. Artık kendi para birimine geçmesi doğru olmaz mı? Örneğin Turkish Cypriot Coin (TCC) adında bir coin ile kripto para piyasalarına girse? Alır mısın TCC?

Şaka bir yana, KKTC’nin uluslararası tanınırlığını desteklemek ile kendi ulusal para birimine sahip olmasını desteklememek birbiriyle çelişen durumlardır.

 

-Türk’ün insanlığa karşı sorumluluğu vardır. Yani Türk Milleti’nin insanlık için yapmakla mükellef olduğu şeyler vardır. Bu neden böyle? Bunun cevabını yoğurdu mayalarken, atı ehlileştirirken ya da metali eritirken vermişiz. Bu okunan dili konuşan insanın Dünya insanlığı için yapması gereken şeyler vardır.        

Örneğin Dünya mutfağı. Sadece fermentasyonu Dünya mutfağına hediye etmenin dışında insanlığın geleceği Türk Mutfağı’nın seçimlerinden etkilenecektir. Bu açık.

Ata binmeyi insanlığa öğreten bir millet gelecekte yan gel yat hayat lüksüne sahip olamaz.

Dünya’da buzlar eriyor! Deniz seviyesi yükseliyor’ Kıtalar batıyor! Yazın ceviz büyüklüğünde dolu yağıyor! Denizler müsilaj! Aral Gölü kurudu! Dünya’nın ormanları hızla tükeniyor! Hava gavır mı gibi! E öyleyse yap bir şeyler! Çünkü bu durumlarda Türk bir şeyler yapar. Neredeyse oturup çekirdek çıtlata çıtlata buzul erimesi seyredeceğiz televizyonda! Bu ne be!

Buzul eriyorsa yap bir buzmatik. 5m³ büyüklüğünde olsun. Bunu suya daldırınca 50km² genişliğinde bir alandaki suyu donduruyor. Suyu donduruyoruz yani.

Bu anlaşılmadıysa şöyle densin: Anadolu’dan doğan Fırat Nehri ve Dicle Nehri’nin döküldüğü Basra Körfezi’nde su çok tuzludur. Fırat ve Dicle ise tatlıdır. Bu durumda milyonlarca yıldır Fırat ve Dicle ile sürüklenerek Basra sahillerine vuran süngerler tuzdan yanmışlardır. Tuz onları tabiri caiz ise kızartmaktadır. Bu sebeple bu süngerler suyu tuzdan arındırmak yönünde evrilmişlerdir. Bugün Basra Körfezi’nin Fırat ve Dicle ile buluştuğu noktada bu süngerlerden bolca vardır. Bunlar tuzlu suyu tatlı suya çevirecek kadar tutarlı yaratıklardır. Toplayalım bu süngerleri. Gidelim Kuzey Kutbu’nda buzullar etrafına atalım. Suyun tuzu azalınca daha fazla donar.

Sadece tasarruflu olmak ya da çevreci hareket etmek bizi kurtarmayacak. O eşik çoktan geçildi. Artık yapılması gereken hem çevreci-doğal falan olmak hem de dev bütçeli yatırımlarla icatlar yapıp Dünya’yı kurtarmak.

Türkiye bunları yapabilecek bir ülkedir. Açıkça söylemek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti bütçesinin bu Dünya’da yapamayacağı bir şey yoktur.

Türk’ün insanlığa karşı sorumluluğu vardır.

 

-Şöyle bir gerçek var: Kudüs sadece bize kapalı değil. Dünya’nın dört bir yanındaki ülkelerden Kudüs’e gitmek gerçekten problematik. Bir Amerikan’ın İsrail’e gitmesi bile bir sürü prosedüre bakıyor.  Yani İsrail’e gidiş sorunsal.

Peki bu normal bir şey mi? Örneğin Kuzey Kore’ye gidiş yine sıkıntılı. Yani bir ülke kendini Dünya’ya kapıyorsa anlaşılır ki o ülke sakat bir vaziyettedir ve devlet sistemi güvenilir değildir.

İsrail zaten sorunlu bir yapı. Biliyoruz. Tamam. Ve ancak bazı şeyler hazmedilir gibi değil. Örneğin Hristiyanlar’ın hac menzili Kudüs. Ve fakat gel gör ki sıradan bir Hristiyan istediği zaman Kudüs’e gidemiyor. Parası olsa dahi gidemiyor. Vize süreci insanı bezdirecek mertebede. Adam hac menziline gidemiyor yani.

Dünya bunu pek gündeme getirmiyor. Ancak böyle bir durumu 50 yıl anca saklarsın. Sonra mağdur olan insanlık homurdanmaya başlar.

 

-Milli Bayramlar. Milli Günler… Peki ya milli hafta?

26-30 Ağustos Haftası?

29 Ekim-1Kasım Haftası?

Milli günlerde suç istatistikleri nasıldır bilir misiniz? Suç sizce artar mı azalır mı? Tabii ki azalır değil mi? Pek öyle değil. Milli günlerde millet bir araya toplandığı için sürtüşmeye açık ortam oluşur. Daha çok kavga çıkar. Hırsızlık sayısı artar. Cinayet işleyenler bile “milli günde polis meşgul olur.” diyerek cinayetlerini milli günlerde işlemekte. İş zıvanadan çıkmış vaziyette yani.

Tam tersi gerçek olsaydı; milli günlerde suç azalsaydı. İnsanlar daha anlayışlı olsalardı milli günlerde. O zaman mili hafta değil, milli ay ve hatta milli yıl bile olsun derdik.

 

-Suriyeli mültecileri geri gönderme fikri zalimlik. Bunun yerine AB’yi mülteci paylaşımına ikna etmek gerekiyor. İkna için mesai ayırmamız gerekiyor. Bunu Avrupalı müttefiklerimize şöyle açıklayabiliriz: Türkiye 80 milyon nüfuslu bir ülkedir. 3 milyon mülteci ülkenin yapısında kalıtsal değişime sebep olabilir. Ve ancak neredeyse 1 milyar insanı bulan nüfusu ile Avrupa kıtası bu 3 milyon mülteciyi herhangi bir yapısal sorun yaşamadan abzorbe edebilir.

Bunu AB’ye anlatmalıyız. Bunu AB’ye anlatmak için onların örfünü adetini anlamalıyız. Dillerini konuşmalıyız. Aslında yapılması gereken budur.

Suriye için yapılabilecek en iyi şey Esad oluk oluk kan dökerken onu durdurmak ve Suriye’de güvenliği sağlamaktı. Bunu yapabilecek olan TSK idi. Ekonomik külfet ağır olur diye bu yapılmadı. Ardından 3 milyon mülteci Türkiye sınırlarına sığındı. Hangisi büyük ekonomik külfet? 72 saat sürecek bir askeri müdahale mi? Ülkenin karakter yapısını değiştirir mertebede mülteci mi?

 

-Türkiye’nin doğuya ve güneye doğru genişlemesinin Türkiye’yi Batı’dan koparabileceğine inananlar var. Buna göre K. Suriye eğer Türkiye sınırında olursa Türkiye harita üzerinde daha bir Doğu ülkesi olarak görünecektir.

 

-Kıyı devletlerinin deniz suları üzerinde ki hakimiyet alanı şu biçimde düzenlenmiş: Açık denizlerde kıyıdan 6 mil açığa kadar olan bölüm söz konusu devlete aittir. İç denizlerde bu 3 mil biçiminde uygulanır. Ve bu hale rağmen Yunanistan’ın Türkiye’ye 2 mil yakınlıkta adası var. Bu makul sınır belirleme ilkeleri ile örtüşen bir durum değildir.

Ege’de gerçek şudur: Haksızlığa uğramakta olan taraf Türkiye’dir. Bunu haritaya bakan herkes görebilir. Şu da unutulmamalı: Yunanistan Ordusu’nu tarumar edip donanmasını baştan aşağıya batırınca, Türkiye, Avrupa ideallerini Doğu’ya karşı savunabilecek tek güç olarak kalacaktır. Yani mevzu hakkında olası bir savaş Türkiye’yi güçlendirebilir.

“Vooğğvv voğv voğv voğv… Bir anda savaşa nasıl geldi muhabbet? Onu anlayamadım ben.”

Yapılmakta olan haksızlık akıl alır gibi değil. Yüzebildiğimiz uzaklıktaki adalar başka bir ülkeye ait. Bu mantık dışı. İzahat dışı bu.

Ege’de gerçek şudur: Konu daha kapanmadı.

 

-Sahi; İsrail tarımını nasıl yapıyor? Yeterli tarım arazisi var mı?

Tarım gökdelenlerini tavsiye ederim. Bir gökdelende hektarlarca arazide yetiştirilmiş kadar ürün yetiştirilebilir. Saydam olan bu yapılar iklimsel sorunlardan etkilenmeden her katında ayrı bir tarla ile gerçekten makul bir çözümdür. Burada bahsettiğimiz katlarında traktörlerin çalıştığı devasa gökdelenler inşa etmek. Sulama ve ışık sisteminin gelişmişliği ve mimari yapısı sayesinde yüksek miktarda sebze-meyve üretimine imkan sunmaktadır. Eğer bu yapılar yaygınlaşırsa açık arazilerde ormanlaştırma yapmak için önümüzde bir engel kalmaz.

 

-İran’ın adı bile İran İslam Cumhuriyeti. Var mı cumhuriyetle bir alakası? Yok. Demek ki var mı İslam’la bir bağlantısı? Yok. Demek ki var mı İran’la bir ilişiği? Yok.

İngiltere Monarşisi’nin kendini demokratik bir cumhuriyet olarak adlandırması gibi bir durum.

 

-Akp’nin yobaz tabanı homurdanıyor: “Hani bu iblisin düzeni olan cumhuriyeti yıkacaktık? 20 yıl geçti. Hani nerede?” diye.

 

-“S oros çocuğu”… “Ankara’ya sesleniyorum; ‘Hass*ktirin!’”… “Ananı da al git lan!”… “Şükretmeyi bilin!”…

Siyaset pis. Küfürbaz. İşte bu yüzden binlerce yıldır atalarımız bizi bu yobazlara karşı uyardı. Yobaz sadece bağnaz değil, bir de üstüne üslubu bozuk ve pistir.

Peki bunlar Türkiye’de nasıl iktidar oluyor? Bunlar nasıl oluyor peki?

Bir kere şunu anlamak gerek: Mevcut tablo Türk’ün Türk’e yapmaya kıyacağı bir şey değil. Sabotasyon var demek ki. Peki kim yapar böyle bir kansızlık? İran.

İran’ın nükleer silahlanma yolunu seçmesi Türkiye’ye karşı net tehdittir. Türkiye herhangi bir komşusunda nükleer silahlanmaya göz yumacak kalibrede bir ülke değildir.

Niye konuşulmuyor bunlar?

Neden İran’ın nükleer faaliyeti Türkiye’de konu olmuyor?

Yobaz diyor ki; “İran’ın nükleer füzesi demek bizim demek.”

Nah!

Nah bizim demek!

Yahu İran niye demiyor o zaman; “Pakistan’ın nükleer füzesi var, demek ki bizim de var sayılır. İptal edin bütün nükleer araştırmaları. Gerek kalmadı.” diye?

Nükleer bir İran, Türk’ün tarihinde yüzleşeceği en ölümcül düşmanlardan biri olabilir. Olayın ciddiyetinin farkında olmak gerekir.

Ne yapmalı? İran’a seslenmeli: Dünya’yı nükleer silahsızlanma için motive etmeye çalıştığımız şu dönemde nükleer silahlanma yolunda gitmeyin lütfen.

Ancak zaman daralıyor. İran nükleer başlıklı misil yaptı yapacak. Bu noktadan sonra bölgede inisiyatif İran’a geçebilecektir. Zaman az. Çünkü İran’ı nükleer silah üretmeden durdurmalıyız. Nükleer silahı yaptıktan sonra bunu yapma imkanımız olmayabilir. Nükleer araştırma yapan tüm tesisleri imha etmeliyiz. İran’ı nükleer maceradan uzak tutacak askeri harekatın altından kalkmalı ve İran’ı kendi özgür iradesine emanet edip çıkmalıyız İran’dan. Aslında eski mantık aynen böyle düşünür. Yani rahmetli Yavuz Sultan Selim’e sor: “Sultanım, Farsîler şehirlerimizi yok edebilecek bir askeri silah üzerinde çalışıyorlarmış. Epey yol aldıkları söylenir. Ne yapalım?”

“Ne yapalımı var mı? O silahı yapmadan hemen diyarlarını dümdüz edecez!”

Ancak Türkiye’de olay konu olmuyor.

Bazılarımız büyük şehirlerimizde bozulan hava şartlarının sebebinin İran’da yapılan nükleer silah denemeleri olduğunu söylüyor.

Bazı şeyler gerçekten anlaşılabilir değil. Adam Osmanlıcı takılıyor. Osmanlı’ya karşı saygısı sonsuz. İyi, güzel. Ayrıca Akp sempatizanı. Şimdi bir dakika. Osmanlıcı nasıl Akp’ci olabilir ki? Osmanlı dediği bir hanedan. Ve bu hanedan gücünün zirvesindeyken başındaki sultan 5-6 yabancı dil bilirdi. Sanatın ve sporun birçok dalında yüksek eğitim alırdı. Coğrafya, tarih, edebiyat ve askeri ilimler ile fende çağının ötesinde bir öğrenim görürdü. Bu adam Osmanlı’ydı. Peki senin Osmanlıcılığı ile övündüğün ters ampül hareketi liderine bak bir de. Üniversite diploması şaibeli. Bir tane bile yabancı dil bilmez. E peki bunun neresi Osmanlı ile bağdaştırılabilir ki? Osmanlıcılık kafaya fes geçirip, üç santim sakalla sokaklarda manyak manyak dolaşmak demek değildir. Türk Osmanlı Devleti standartlarını örnek alan bir Türk vatandaşı olarak hissetmeye başladığımızda gerçekte şu anlaşılır: Osmanlı demek yüksek eğitim kalitesi demektir. Azınlıklara saygı demektir. Toplumsal birleştiricilik demektir. 100 milyon nüfuslu devletin 35 milyonu Hristiyan iken o insanlara güvenlik ve adalet hissini vermeden bir arada durmanın mümkün olmayacağını bilen bir Türk Osmanlı.

O şekil ya da bu şekil; Cahilliği ile övünen ve cahilliği kirlenmemişlik olarak gören zihniyetin Osmanlı ile bağdaştırılabilir bir yanı yoktur.

Konu dağıldı. Aslında konuda ki asli fikir Türk siyasi meydanının sabote edildiği. İran’ın nükleer silahlanma eğilimi. Bunlar yani.

 

Bugün  12 Kasım 2022  Cumartesi   21:19   İstanbul    Bahadır Gezer   

Siyaset 3

zehirzemberek.com

2023 © zehirzemberek.com Bahadir Gezer Tüm Hakları Saklıdır.