Akvaryumdaki 25 santimlik kedi balığı osurdu. Osuruk böyle yekpare bi kabarcık olarak yüzeye çıkıp hava ile karıştı. Pis koktu. Çok pis koktu. Balık osurdu ve mekan bi anda 89 çift 2 haftalık yıkanmamış çorap barındırıyomuşcasına koktu. Hala kokuyo lan melet!

15:00             17 Kasım 2017          Cuma                          İstanbul               Bahadır Gezer

 

 

Sordum; İsrailoğulları, Musevî ya da Yahudi mi demek?

Bir kişi bilmiyorum ama öyle olsa gerek dedi.

Bir kişi direkt hayır dedi.

Kasım’ın son haftasında, 2017’de aklımda gölgedeki yerlere ışık tutmuş bir kelimeler dizinidir.

 

00:12                  26 Kasım 2017           Pazar                       İstanbul                          Bahadır Gezer

 

Dağın kuzeyinde bi adam varmış… “Bu dağları oynatıp ayıracağım birbirinden.” Deyip yoğunlaşmış… Aynı esnada güney tarafında bi adam bir kadınla berabermiş ve “Senin için şu dağları yararım...” demiş lafı gel beriden. Bu esnada kuzeydeki adam dağları oynatınca, olayın sorumluluğu tek şahidi olan güneydeki adama kalmış… Yani güneydeki kadın yanlış seçim yaptığını bile anlamamış.

19:29               30 Kasım 2017      Perşembe                 İstanbul                    Bahadır Gezer


SAS’ın anlamını söyle! Su altı savunma mı? su altı saldırı mı? su altı suikast mi? Söyle?!

“Satan satılır desem inanır mısın?”

Nasıl yani? SAS, Satan satılır mı demek?

“Şu anki halimle cevaplamam.”

Sen su altı sabotaj adlet….

Seduction and Sex, SAS olabilir mi?

Sabit anınında saldırgan mı?

Yaaa… komutanım, yüzünü göstermiyorsun şu anda ama hafif meşrep meyhoş olduğumu biliyorsun… Bu kadar merak ediyorlarsa bilsinler SAS ne demek diyeceğim ama olur gene sende komutanım…

“Bildiğini söyle.”

SAS, Su aleymi saldırı demektir.

“Aleymi ne lan?”


-Bunun muhabbeti olmaz ama 9 gündür duş alamıyorum… Hem de şehir yaşamı içinde… Kafamda 5 tane dikiş var… Darbuka çalarken ahize kafama inmeye niyet etti ve yaptı niyetini… Kafam yarıldı… 5 dikiş… Kan akıtmayan yaralardan iyidir… Dikiş atıldı… duş yasak… apış ve ter kokusu yarışır oldu… 5 dikiş… kumaş gibi… cırt cırt diktiler… sokiim düşündürücü ve ani beklenmeyen hamlen hakkında yorum yapmak zorunda olduğumu hissedirenlere….

22:31                  30 Kasım 2017              Perşembe                İstanbul                   Bahadır Gezer




O zaman SEAL ne demek? Sea Air and Land demek…

Oooo… baya netmiş…

Yani…

Cidden direkt zart diye söyleyice bi şey oldu lan… başka bi anlamı var mı peki?

No it doesn’t… That’s the solid and factual call; Sea Air and Land; SEAL… That’s what it is…

Okay… SEAL, will you help me out in which 9 dimensions are involved?

If there’s water… We will be in in it… Standart of Evolving Air Suplements…

I did not understand a thing from that… Maybe in time i will… Secura Environment Ableing Leisure…

What?..

Whatever you do, do it with the will of improvising the most’s needs.

22:42                        30  Kasım 2017      Perşembe                      İstanbul                    Bahadır Gezer


Beşiktaş taraftarı olarak 42bin kişi stada gitsek ve statta profesyonel albüm kayıdı yapılırken 40bin kişi bir ağızdan okusak güzel olmaz mı? Samanyolu'nu okuyan 40bin kişi... Statça albüm dolduralım diyorum ciddi ciddi... Böylece 40binimizin bi de albümü olmuş olacak...

"Bebeğim o şarkıyı sana okudum."

"Oha hangi ses seninki anlamıyorum bile. Burda 40bin kişinin sesi var."

"Kalbimi kırdın minnoşum... Benim sesim o 40bin işte..."

"Yaa futbol dışında hiçbir şey hakkında romantik olamayan tam hanzo numunesisin seeeğğn..."

Şaka maka yapalım bunu yahu... Sonra stüdyoda montajı falan yapılsın... Ciddi diyorum yahu... Bizim repertuarımız geniştir.

14:07               10 Aralık 2017    Pazar                       İstanbul                                        Bahadır Gezer





 

faydasızlıkta zevk aramak zorunda kalana yazıktır mı?..

Abd’de öğrenciyken bi arkadaşın başka bi arkadaşı dudağından öptüğünü (erkek-erkee) duymuştum etraftan… yorumlar iğrençti duyuranların çoğunun ağzından… halbuki öpüşen Rus kökenli olan bi elemandı…

Lütfen, rica ediyorum "Rus kökenli Amerikan mı olur lan?" gibi bi cahillik rekoru kırmayın.


iyi ve doğru olanı yapmak yorulduğunda da çalışabilmeyi öğretir…
“ne demek?”
Yoruldum ama devam ediyorum…


soru: düşünmek akıla kelime ve cümle gelene kadar kelimesiz ve cümlesiz beklemek olabilir mi?...

 ALLAH, saat 09:05 5 Ocak 2017    İstanbul            Ben, Bahadır Gezer, çok yoruldum YARAB



-tavsiye: düşünürken aklınızdan çoğunlukla seksi değil karnınızı doyurabilmeyi geçiriniz…

 -tavsiye: karnınızı doyurmayı düşünürken yemeğe değil, yemek için yapılması icab edilene odaklanın…

 -tavsiye: icab edileceğe odaklanabilmek için icab edilen ve edilmiş olandan faydalanın…

Saat 09:10           5 Ocak 2017       İstanbul                 Bahadır Gezer
 

Ne şimdi bu resim böyle cıbıl cıbıl? Anlattıklarımın yalan olmadığına olan inancı pekiştirmek adına koymak zorunda kaldım... Yani kıllıyım maalesef cidden... Ve evet çıbıldak ayak gerçekten kılları toplamakta. Bu sebeble genetik olarak bu şekli almış olabilir ayaklar...

Şaka yahu... Yani temizlik kısmı gerçek, genetik mutasyon süreci hakkında kesin konuşamam bu konuda. Ama şimdiye dek ayağının altı kıllı bi insan evladı görmedim.

Saat 10:14    5 Ocak 2017        İstanbul                           Bahadır Gezer

-"Alo? Dayı? Evet geldik Havai'ye."

"Heeğ... İyi, iyi... Hava nasıl?"

"Hava iyi dayı."

"Tamam onu anladık, tamam Havai'desiniz. Hava nasıl? Onu soruyorum ben."

"Hava iyi işte dayı ya."

"Yahu bu çocuk oraya gidince aptallaştı."


İş ciddi... Herşey küreselleşiyor... Kültürler küreselleşiyor... Devletler küreselleşiyor...Eski hikaye hatta küreselleşme... Artık "Tamam Dünya küreselleşti. Artık daha fazla küreselleşemiyor." der duruma geliyoruz.

Enayilik küreselleşiyor herşey gibi tabii.

"Şekersiz Kola"

"Alkolsüz Bira"

"Etsiz çiğ köfte"

"Çemensiz pastırma" Hadi bari çemenini ayıklıyorsun, o zaman çemenini de aynı pakette değişik bi bölmeye koy kardeşim yav!

Ürünün malzemesinden eksiltme yapılıyor ve biz seviniyoruz.

Anca hastalandığımızda, her istediğimizi yiyemeyecek/içemeyecek durumda olursak tüketeceğimiz şeyleri alıyoruz.

15Nisan2017         21:30             Cuma                        İstanbul                                  Bahadır Gezer

Sevmiyorum.

Tamam, ilk bakışta sevgi, sevecenlik ve sevimlilik gibi şeyleri bünyemde barındırdığım doğru olabilir. Belki gerçekten öyledir, ve fakat; sevmiyorum yahu.

Sevgilisi ile öpüşürken sevgilisinin gözleri kapalı iken öpüşme esnasında gözlerini bana diken hatunları sevmiyorum mesela.

Yolda yürürken iki davare kızın Almanca olarak “Hey aygır! Üç yol yapalım mı?” diyerek bağıranarak şakalaşması ve gülerek uzaklaşmaları… sevmiyorum bunu.

Cami avlusunda siyasi parti propagandası… üzülüyorum… uzak duruyorum… zorlanıyorum… sevmiyorum.

Laf arası ezikleri… 6 cümlelik bir anlatımda bulunurken 5. cümleden sonra iki kelimelik ve bağlantısız bir küfür ya da hakareti konuşmalarına ekleyip “Yüzüne hakaret ettim be!” diyen laf arası eziklerini dinlemiyorum… es geçiyorum… sevmiyorum.

Parasızlığı sevmiyorum.

Yaklaşık bir aydır devam eden genelde tembellik halim beni rahatsız etmeye başladı. Bunu sevmiyorum mesela.

Sevmediğim ton olmasa da kilolarca şey var.

 

Konu değişe…

Yazmakta benim kişisel tecrübem şu yönde: Kimse gelip de “Şunu yazabilir misin? Bunu yazabilir misin?” demiyor bana… Memnunum aslında… Çünkü gazetelerdeki çoğu yazının ısmarlama olduğunu hatırlayınca “belki” diyorum “maddi sorumluluk seviyemin aşağı olması belli bir özgürlük katmerlemesi yapıyor olabilir.” Şeklinde bir yaklaşım. Ama buna dilimizde ‘züğürt tesellisi’ denir. Ama cidden, nedense hiç kimse halen “Yaa şu uluslararası yayınlanan kitaplarından bir dahakinde şunlara yer verebilir misin?” demedi.

 

Bazen diyorum ki hayatımın en zor dönemlerinden biri Cerone çıkmazında New York’da arabamda yaşadığım zamandı. Gerçekten, gıdasızlık, susuzluk, yalnızlık, yenilmişlik, ve akla hayale gelebilecek neredeyse tüm olumsuz sıfatlar bir araya gelmişti. Radyo açıktı. Yardımdı. Kalem, kağıt vardı; yalnızlığı paylaşırlardı.

Hayır kalkıp şimdi, “o zamanlar en değerli ve iyi vakitlerdi” falan demeyeceğim. Çünkü değildi. Çok kötüydü. Çok. Yok çoktu.

Aklımdan hiç çıkmayan bir zaman dilimini neden şimdi şu an buraya yazıyorum bilmiyorum. Belki de hakkında az şey söyleyip “ben o konu hakkında zaten konuşmuştum” diyebilip konuyu kapatabilmek için.

 

Fazla komik olmanın veyahutta insanlara pozitif ve faydalı bir olgu olan gülümsemeyi, gülmeyi verebilmenin, yani nüktedan ve iyi şaka yapabilen biri olmanın sanırım saygı konusunda zorluklar yaşatabileceğine defalarca tanık oldum.

Bu nedenle kendim bile söylediklerime kahkahalarla gülerken bir yandan “Ben şaka yapmıyorum. Sadece komik şeyler söylüyorum.” falan diyedurdum.

Son bir iki hafta boyunca odamda bilgisayarımla ses kayıtı yaptım. Genelde odamda müzik mevcutken yaptığım kayıttan ötürü benim konuştuğum ve seslendirdiğim mevzular dinlenebilir oldu mu bilmiyorum. Ama bu bir iki hafta boyunca gülmekten yarıldığımı hatırladığım zamanlar var. Yapabilecek olsaydım bu yüzlerce saatlik kaydı dinleyip aradan espri minvalinde ya da cidden ilginç kısımları cımbızlayıp belki bloğa ekleyebilirdim. Ve fakat yüzlerce saati nasıl dinleyeyim? Hele ki bir de içinde müzik de olunca sesleri ayırt etmek için özel bir yazılım gerekebilir. 

13:35               12.12.2017     Salı                                     İstanbul                                 Bahadır Gezer                       

 

 

Bazen sabah uyandığımızda aklımızda geceden bir tane bile rüya olmadığını hissedebiliriz ve hatta deriz ki “Dün gece rüya falan görmedim.” ya da “Dün gece bir rüya gördüm.”… Aslında hepimizin gece uykusu boyunca rüya gördüğümüz ve fakat bunları hatırlamadığımız söylenir.

Gün içinde aklımdan geçen bazı düşüncelerin aslında “hatırlamadığım” rüyaların vakitsiz (ya da tam vaktinde) hatırlamalar olduğunu hissetmeye başladım bu ara.

Yani nasıl tarif edeyim;

“Mantığın algılanımında mantıksızlık ile kıyas yapıldığına göre mantıksızlık kısmî bir mantık barındırmıyor mu?.. yani mantıksızlık kabullenilebilir olmayan mantık mı?”

“Spak ne yapıyorsun?”

“Üniversite sınavına çalışıyorum anne.”

İşte bu olsa olsa bir gece görmüş olduğum bir rüyanın hatırlanışı olsa gerek.

14:15               12.12.2017  Salı                                İstanbul                                       Bahadır Gezer

Buyrun, oturun lütfen...


Aslında etik kalabilmek adına kendimin dışında mevzulardan bahsetmemeliyim. O yüzden bu sitede paylaşmış olduğun resimlere dostlarımı, sevdiklerimi, saydıklarımı ekleyemedim. Ekleyemiyorum. Ama sanki etrafımdaki yaşamları “iplemiyormuşum” gibi düşünebilecek kişiler olduğunu hissediyorum… Değil öyle. Aslında hayatta başka insanların bana gösterdikleri ve anlattıkları kendi içselliğimden her zaman daha etkili, daha vurucu, daha hatırda kalır ve neredeyse daha önemlidir.

 

O yüzden isim ve mekan belirtmeden birebir tanışma fırsatına eriştiğim bazı kişilerin yaşadıkları ve anlattıklarına yine de değineceğim;

 

Toplam 17 kişilik bir gruptuk. Hepimiz erkektik. Aramızda 18 yaş altı sadece bir kişi vardı. 13 yaşında 1metre 35 santim ya da 1-42 falan bi çocuktu. Cılızdı. Babası tarafından kafes dövüşçüsü yapılmış ve yer altı kafes dövüşlerinde kavga eden bir çocuktu. Suratın da sadece 1 yara izi vardı. Kendisi ile muhabbetimizde kendisine söz verdirdim: “Bunu asla kullanmayacaksın. Ama bunu bilmen yetecek.” dedim. “Tamam abi.” dedi. Hani sınıfın en yakışıklı çocukları hem bebek gibi, hem sevecen, hem skişgen, hem sempatik, hem havalı, hem de sesinden yürüyüşüne kadar daha bi dahadır ya? Öyle bir çocuk. İsmi ise destan zaten ama söylemiyorum işte. Aramızda kırık bi tip vardı. Bulunduğumuz yerden kaçmak için bi gün 5 metrelik duvardan atlayıp iki kolunu ve bir bacağını birkaç yerden kırıp, 60 metre yerde sürünerek gitmiş ama en nihayetinde yakalanmıştı. Yan taraftaki bir okulun bahçesinde sürünürken okulun bekçisine yakalanmış. Bu ciddi kırık bi herifti. Hani sokakta yürürken hiç tanımadığın bir insan gelip, alete doğru “mmmuuuuck!” yapıp eliyle parmağını tam aletin önünde şıklatır ya? Ama sokağın ortasında! Kedi gibi zıplarsın arkaya doğru irkilip. Bu kırık herif hiç tanımadığı insanlara bu şakayı İstiklal’de, Cadde’de falan uygulayan bi tipti. Anlatmak istemiyorum ama bu kırık gece uykusunda rüya görmeye başlıyo ve bizim grubun gözbebeğine yatakta saldırıp, uyurken çocuğu boğmaya kalkıyor! Çocuk sabah beni soluk soluğa uyandırıyor. “Abi! Abi! Baadır Abi! Nooldu bi bilsen?!” ,” N’ooluyo lan? Espri misin lan sen? Ne işin var burda? Kahvaltı saati mi geldi?”

“Abi ne oldu bi bilsen…” Anlattı. “Abi o öğrettiğin şeyi yaptım, o sayede hayattayım.” “Kör ettin herifi yani? Kör oldu mu şimdi iki gözden de?”, “Bilmiyorum ki hücreye attılar piçi!”, “O zaman gözü sağlamdır.”… Yaa anlattığımda öyle çok bişey değildi; hani metalcilerin kullandığı el sembolü vardır ya? Bozkurt gibi… Ama tam aynı değil; bu metalcilerin el hareketi olabilecek en ölümcül yumruk şeklidir. Burnu kırıp, gözleri kör ediş odaklıdır vurduğunda… Bizim salak Bozkurt olarak hatırlamış o anda… Kırık lülezâr çığlık atmış… “Abi bi uyandım aniden… nefesim kesik! Üstümde bi ibne! Zifiri! Ben nefes almıyorum ya? Bu piçin nefesini duyup yön tespit ettim öylece.” “Ulan ben sana bu kullanılmayacak demedim mi?” “Ha ha ha Baadır Abi ALLAH’ını seversen yaa…”, “Ulan, sen şimdi anlat bakalım, ne istersin, ne yapalım o skilgen hücreden çıktığında ne yapalım.”, “Ne ne yapalım abi? Her ALLAH’ın günü 5 posta dövecem ben bunu ayrı ayrı saatlerde. Artık zamanı geldiğinde stresten kafayı sıyıracak ibne. ‘Dayak saatim geldi, imdat imdat!’ diycek piç!’, “Yahu tamam, senin ne yapacağını sormuyoruz… Biz ne yapalım onu soruyoruz…”

 

Saat 02:09                               6 Ocak 2017                  İstanbul                        Bahadır Gezer

-Biri sokakta benim yayan olarak kırmızı ışıkta geçtiğimi görünce “30 saniye bekleyemiyor” dedi… Yahu ben o ışıktan 4bin defa geçiyorsam 3980 tanesinde durup bekliyorum. Yeşil ender denk geliyor yani… O sebeple gözlem yapmayı yalnızca bir ana bakarak tespitte bulunmaya çalışan özürlü zihniyetin sokakta hakkımda benden özür dilemeden konuşmasına gıcık oluyorum.

Sokakta yürürken iğrenç kokular değişmezimizdir. Lağım kokan sokaklar, otobüs durağı yanından  geçerken duman ve ter ve merdiven altı parfüm kokusu kombinasyonu. Bunlara ben katlanabilirim. Yani lağama girebilirim görev gereği. Ama canlı ve cap canlı bir sokak bok ve sidik kokar ise buna katlanamam. Lağım borularında görev gereği sürünürüm ama sokakta lağım kokusuna dayanamam ve dayanamıyorum. Pek tabii “sokakların bir ton problemi var, bunlara kafayı takman gereksiz” diyen bir ses var içimde. Diyor ki bu ses “yahu sokaklar bundan 1500 yıl öncesinin kıyafetlerini normal bir şey yapıyormuş gibi giyenlerle dolu… çoluk çocuk bundan 1500 sene evvel giyilen kıyafeti giyip yanında cep telefonları ile konuşan tiplerce bildiğin sağlık bozucu etkiye maruz kalıyor… yahu konuşuyorum bazılarıyla bu sakat/şizoaktif bozuk zihniyete mensup kişilerle, diyorum ‘yav sen niye kafana takke, altına şalvar giyip metropollerde dolaşıyorsun? Ya da sen niye nevresim takımını (çarşaf, örtü) kıyafet gibi kullanıp sokaklara çıkıyorsun? Niye sağlıklı insanların yanındasınız siz?’, diyorlar ki “Bunlar sahabe kıyafetleri. Saygıdan.” Yahu zındıkçım, sen sahabe misin? İlk inananlardan olmamana rağmen ilk inananlardan gibi giyinmen hakkında yapılacak tek tespit senin sahabelerden nemalanıyor olman. Öyle olmamana rağmen öyleymiş gibi davranıyorsun demeyeceğim. Öyle olamamana rağmen öyleymişsin gibi gösteriyorsun kendini.

Velhasıl kelam, hazreti Adem’e olan saygımdan ve inancımdan ötürü ve inanç ve din özgürlüğüne saygı çerçevesinde ben de sokaklara aletimin önüne bir incir yaprağı takıp çıkayım diyorum. Hani saygı giyim kuşam ile oluyor ya.

Şaka maka… Çağı yaşamayan ve yaşatmayanlar sağlıklı çocukların yanında etrafta dolaşmasın.

Çünkü bize de istemesek de bulaşıyorlar…

S: 18:16                      19 Eylül 2017              Salı                       İstanbul                  Bahadır Gezer

 

Yalnızken tekbaşına olmamak

To not be by yourself while you are alone

 

Babamla kahvaltı ederken gündeme geldi

19:19                 19 September 2017            Tuesday                  İstanbul                   Bahadır Gezer        

 

Havaltı

Yaşamım boyunca kazanmış olduğum deneyim ve yapmış olduğum gözlemler sonucunda, bir konuda kesin bir sonuca ulaşabildim; yemek.

Yemeğin bizim üzerimizde etkili olmasını sağlayan kavram; lezzet.

Yemek konu olduğunda insanı (biyolojik ve sıhhat açısından) daha sağlıklı ve uzun yaşatan; lezzet dir.

Evet evet, içerik değerleri ve şusu busunun oranı kritiktir. Ve fakat, bilimsel olarak (stres azaltımı, mutluluk hormonu salgılamı, hücre yenilenmesi vs. gibi olgular ele alındığında) bizi hayatta tutan; lezzet.

 

Bunu söylemiş olmakla beraber bu web sitesinin “Duyurular” kısmına bakmanızı tavsiye ederim.

 

Haydi eyvallah

 

23:37                      20 Ocak 2017                      İstanbul                       Bahadır Gezer

-halıdaki kılların, yani üzerimden düşen kılların evde çıplak ayakla dolaşırsam farkında olmadan bile toplanabileceğini hissettim…

Rivayet olunur ki; kim ki Hicri takvimde o kadar yıllanmıştır ki önceki doğum günü takip eden doğum gününden bir (1) gün önceye denk gelmiştir, o er kişinin 2(iki) doğum günü eğer aynı güne denk gele, işte o vakit zaman gele…

 

Saat 22:44       12 Ocak 2017                           İstanbul                                        Bahadır Gezer

-polisin şehir içinde yasanın koyduğu hız limitini aşarak masumu tehlike altına sokuşu ultra saçmadır… Baltimore’da şehir içinde yarım spin atan, drift yapan ve feci hızla giden polis arabaları falan görmüştüm…

“e o zaman ne yapılmalı?..”

Türk Polisi’nin genelde yaptığı tabii ki… suçluyu daha tehlikeli hale getirmeden, çaktırmadan takip edip durduğunda zırt diye karşısına çıkmak…

“ama biz macera seviyoz!.. uğ yeağ!..”

Senin macera sevdan için benim ve tüm masumların tehlikeye atılmasını kabul etmiyorum…

Bu arada karın üzerinde yuvarlanıp hışır hışır diye temizlenen sokak iti beni bi romantik yaptı ki sormayın. Onun sayesinde karın dümdüz olduğu birkaç yere yüzümü bastım. O anda üşüyodu suratım, şimdi sanki yanıyor. Evdeyim...

07:40           7 Ocak 2017     İstanbul                     Bahadır Gezer

parasını gasp veya benzer bi yolla elde edeni para veriş zorunda bırakmak ceza değildir…

Taşyapı, Doğuş Holding ve Star İnşaat’dan oluşan konsorsiyum NASA’nın ihale ettiği “Mars 48’e 32. Koordinatına denk gelen arazide Rasathane inşası, 15 yıl işletim hakkıyla beraber işinin yapımı” nı önermiş olduğu 7.2 milyar $(yedi milyar ikiyüz milyon Amerikan Doları) teklif ile üstlendi. Sözleşme uyarınca konsorsiyum bahsi geçen projenin açılışını 4 sene sonunda yapmayı taahhüt ediyor.

 

Yaklaşık 2m² boyutunda bir makine yapıldı. Kahve makinesi. Büyük olmasının sebebi, içinde 4 tane yetişkin kahve bitkisi var, ve makine kahveyi dalından topluyor, ideal ortamda kurutuyor, eliyor, çekirdekleri ayıklıyor, düğmesine bastığınızda en taze kahveden gelen kahveyi dileğe göre süt ile karıştırıp filtre kahvenizi hazır hale getiriyor.

Ben paraya kıydım, bu makineyi aldım. Bitki kahvenin kokusu bir başka hakikaten. Yalnız ben “taze süt olsa iyi olurdu bunun yanında” deyip balkona bi inek aldım. Bence siz yapmayın, sürekli korkuluklardan sarkıyor “Sarıkız! Kızım çıkma oraya!”

 

Madem ki haberlerden bahsediyoruz. Kötü habereleri de aktarmak durumundayım: “8 köpek bir kadına tecavüz etti”… Haberi okuduğumda tecavüz edenlerin aşağılanması amacıyla “köpekler” diye adlandırılmış insanlar olmadığını görünce feci şaşırdım. Cidden 8 bildiğin sokak köpeği kadıncağıza tecavüz etmiş. Olay ile ilgili kendisine mikrofon uzatılan şüphelilerden Karabaşov (K.B.) “Hav” demiştir. Bir kedi olan “Tekiriski” adlı vatandaş “Engellemeye çalıştık ama cüssemiz belli sonuçta.”

Novosibirsk Belediye’si “Son 3 yıl içinde şehrimizdeki kedi nüfusunu 3’e katladık… Ve çoğaltmaya da devam edeceğiz. Narkotik şube müdürü sayın Yuri Azoytsev’inde yardımıyla yeni kedileri uyuşturucuya hassas hale getireceğiz. Sokaklarda uyuşturucu taşıyarak dolaşan ya da kullanmış olan şahısların etrafını saracaklar. Bahsi geçen suça karışmış olan köpeklere ise anadıkları dilde karşılık vereceğiz.” Açıklamasını yaparken salonda ki muhabirlerden birinin “Yani bu bir ‘hav’ mı? Anladıkları dilde ‘hav’mı diyorsunuz?” sorusunu yönelttiğinde aldığı cevap “Havır! Yani hayır. Havır değil, düzeltiyorum: Hayır!..Bu bir ‘hav’ değil, bu o köpekleri köpek pisliğine canlı canlı gömüp öldüreceğimiz anlamına geliyor.”

Bu arada tanınmış fino Patrisya köpeklerin genelinin masum ve dost canlısı olduklarını hatırlatmak amacıyla İl Hükümet Binası önünde 3 saat aralıksız kuyruk salladı. Ardından açıklama yapan Patrisya “Aslında olay yeri olan parkta yine olaydan 4 saat önce iki insanın köpeklere içki içirdiği görülmüş. Ama kimse bunun üzerinde bir şey söylemiyor.” şeklinde havladı.  

 

Dünya’nın yerel haberleri gerçekten ilgi çekici: Sualtı futbolu çılgınlığı yayılıyor. 20 metre derinde yapılan sahada top koşturan futbolcular oldukça memnun olduklarını dile getirip “Kramponların zemine yapışmamız için ağır olması bizi biraz zorluyor ve fakat bel ağırlıkları ile falan oldukça rahat bir şekilde top oynayabiliyoruz.” dediler. Son attığı frikik golü ile No1 SFL (Sualtı Futbol League) ‘de adından sıkça konuşulur olan eski kara futbolcusu Makalele “Attığım frikiğin kaleye varması 27 dakika sürdü ki bu 30 metrelik bir frikik için oldukça hızlı. Kalecinin topun gittiği noktaya varması en az 40 dakika sürecekti. Ama kalecinin çabası da görülmeye değerdi.” dedi.

 

Vay be, ne haberler var yahu. Çekirdek adlı film vizyona girdiği günden beri yer altı sanat camiası tarafından çok konuşulur olmuş. Film kısaca; çekirdek çıtlamakta olan bir adamın, son çekirdeğini çıtlamak üzereyken kapının çalması, ardından gelişen olaylar ve adamın sürekli bu çekirdeği çıtlamak için harcadığı çaba. Defalarca eline alıp tam da “Oh çıtladım” diyeceği anda banyodan bir çığlık yükselir örneğin. Kız arkadaşının evindedirler, ve arkadaşı şu anda “Benim diş fırçam niye ıslak! Benim fırçamı mı kullandın?!” diye ciyak ciyak ortalığı inletmektedir. Bu ve bunun gibi sebeplerden çekirdek bir türlü çıtlanamaz.

 

Dünya’nın en büyük kardan adamının yapıldığı köyde facia. 34 metrelik kardan adam 1 günde eriyince köyü sel bastı. Kardan adamın düşen dev gözleri ve süpürgesi çevrede hasara yol açtı.

New York Times Bulvarı’nda ki bir Noel Ağacı’na tırmanan kedi aşağı inemeyince itfaiye tarafından kurtarıldı. Kedi uzun süre süs zannedildi.

 

Amerikan bilim insanları, yapmış olduğu araştırmaya göre iki taşın birbirine sürtmesinden oluşan tek yakıcı bileşenin kıvılcım olmadığı ortaya çıkardı. “İki taşın birbirine sürekli sürtme sürecini 30 yıla çıkardık. Basit ifadeyle iki taşı 30 yıl boyunca birbirine sürttük ve belli bir zamandan sonra ortaya su çıkmaya başladı. Daha şiddetli, hızlı ve uzun süreli sürtmelerde ortaya lav çıktığını gördük. Bu demek olabilir ki; Dünya’nın en merkez noktasal zerreciğinde müthiş bir sürtünme, hareket mevcut olabilir. Aynı teori Güneş için bile geçerli olabilir.” biçiminde bir açıklamada bulundu Ulusal Hastroloji Birliği (NHU) Başkan Yardımcısı Prof. Leonard Dö Sicilia. Dö Sicilia “Hastroloji zaten bu anlamı taşımaktadır: High Astroloji… Yani biraz yüksekten uçmamız gerek.” diyerek konuşmasını sürdürdü.

 

Asabi isimli gazetenin sayfalarına bakıyorum: “Annemi düşündü, vurdum.” diye bir açıklama. Zanlı cinayeti işlediğini kabul etmiş ve “Bakışlarından anama sövdüğünü anladım. Annemi düşünüp işin içine sokunca vurdum.” demiş. 8 defa müebbet hapse mahkum edilmiş ve fakat iyi halden ve karşı tarafında düşünce suçu işleyerek tahrik etmiş olmasından çeyrek müebbet cezasına çarptırılmış mahkum.

 

Saat 14:30                       16 Ocak 2017                            İstanbul                   Bahadır Gezer

-Eşya mezarlığı diye bir şey… Nasıl yani oldum. Eşya mezarlığı ne demek ya? Masasını, kırılan bardağını, bozulan uzaktan kumandalı arabasını ve hatta bayanların oralarına buralarına sokuşturup çıkardıkları özel eşyalar falan.

Bu nasıl bi anlayış yahu? Biraz putî geldi bana ilk bakışta. Hatta neredeyse araziyi bu şekilde kullanmak toprağa ayıp diyesim geliyor.

16:59                           16.Haz.2017          Cuma                      İstanbul                            Bahadır Gezer

Mekanlar… Şu anda açık olup olmadıklarını bile bilmiyorum ama İstanbul’da sevdiğim sayısız mekan var. Bunlar örneğin Kadıköy’de Grunge adlı mekan. Kişisel olarak güzel anılar barındırdığım bir yer. Mesela Cihangir’de Porte adlı mekan. Öyle bulunması zor ya da şehrin gizli kalmış yerlerinde falan değil… Örneğin Cadde’deki Old English Pub ve yine Kadıköy’deki Teacher’s Bar. Karaköy’de Murat Muhallebicisi ve Kadıköy’deki Baylan Pastanesi.

Bunlar sevdiğim mekanlardan birkaç tanesi.

 

Konuyu değiştireyim: ben 2007 yılından itibaren değişik bir hastalığa tutuldum; aklıma ne gelirse yazıp yazıp noterde tescil beyannamesi almaya başladım. Bu oldukça pahalı bir süreç oldu benim için. Şimdiye dek 100 sayfa tescillediysem ve 1 sayfanın tescil ücretini 100 Lira olarak alırsak kabaca, yaklaşık 10 bin Lira’yı tescil hareketine harcadım. Bu sitede yer alan mevzuların birçoğu da yine noterde tescillendi. Niye böyle bir şey yaptım bilmiyorum. Egomun yüksekliği ve bir şeylere sahip olma arzusu mu? “Önce ben düşündüm!” diyebilmek ayrıcalığına kavuşma isteği mi bilmiyorum. Bir ara çalıştığım bir iş yerinde hazırladığım aylık faaliyet raporlarını bile noterde tescillettim! Öyle bir dönem yaşadım ki, notersiz adım atamıyordum. Yazdığım neredeyse her şeyi noterin takdirine sunuyordum.

Size bir tavsiye; eğer noterde evrak tescil belgesi alacaksanız, verdiğiniz sayfaları arkalı önlü verin. Böylece ödeyeceğiniz tutar azalacaktır. Arşivlenecek sayfa sayısı azaldığı için arkalı önlü sayfalar verildiği zaman notere ödenen miktar azalıyor.

Ya aklınıza ne gelirse tescilletiyordum. Örneğin kuş tüyü yastık ve yatak. Evet yanlış duymadınız; kuş tüyü yastık ve yatak. Tescillettiğim mevzuda kuş tüyü imalatı yapılırken müşterinin arzusu yönünde ister tavuk tüyü, ister kartal tüyü, ister karga tüyü, ister güvercin tüyü, ister kumru tüyü ve aklınıza gelebilecek sayısız kuş türünün tüyünden ürün yapılması konu ediliyordu. Her ne kadar annem “Evladım, kuş tüyü ürünler kaz tüyünden yapılır.” dese de ben bu mevzuyu tescillemekte bir beis görmedim.

Her hafta notere gidince sayın başkatip ile noter beni tanır oldu ve sormaya başladılar; “Bütün bunları niye tescilliyorsun?”. Verecek fazla cevabım olmadığından “Kitaplaştırmayı düşünüyorum efendim.” diyordum. Sayın başkatip gülerek “Yahu, tescillemene ne gerek var? Bunları kimse düşünmez ki.” diyordu.

 

Karların erimesine üzülüyorum. Üzüldüğüm mevzulardan bir diğeri de Beşiktaş’ın yeni stadında “Burası İnönü, burdan çıkış yok!” tezahüratının yapılmaması.

 

Herife sormuşlar;

“YYY sizin için ne anlam taşıyor?”

“İşte ye ye ye anlamına gelmiyor mu?” demiş zibityo.

“Hayır efendim, biz yasama yürütme yargı demenizi bekliyorduk.”

“E tamam işte, ye ye ye.” diye söylediğinin arkasında durmuş hırbo.

 

HSYK… Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu. Ben hukuk mezunu değilim. Tabii ki edebiyat mezunu olarak hukuk mezunu olanların okumak zorunda olduğu kitapların çoğunu okudum. Ama ben tıp kitaplarını bile okudum ve halâ okuyorum. Tıbbi kitaplarda en hoşuma giden rahmetli İbn-i Sîna’nın Kitab-ül Şifa adlı eserinden Topikler adlı anlatımıdır. Topikler hakkında belki sonra bir şeyler anlatırım.

Ama şu an ki öncelikli konumuz hukuk. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu. Edebi bir yaklaşımda bu biraz saçma oluyor. Hakim ve savcı nasıl olur da aynı organizasyon içinde yer alır ki? Bu net olarak hakimin savcıya daha yakın durduğunun göstergesi. Peki avukatlar niye dışlanmış? Bilemiyorum. Edebiyat açısından hakim ve savcının birlik kurması hukuk kelimesinin taşıdığı anlama aykırı.

 

Laf lafı açıyor… Meclis’in yönü kıbleye dönük mü? “Genel kurulda Meclis Başkanı’nın çağrısı ile Genel Kurul Salonu’nda milletvekillerinin ibadet ettiğini görür müyüz?” gibi sorular. Neyse ki bu soruların muhatabı değilim şu anda.

 

Ve fakat şunu biliyorum; karlı havada araba sineması güzel bir keyif.

Bir gün boyunca bir şey yazamadığım için özür diler, hepinize saygılarımı sunarım.

 

Saat 17:02                   12 Ocak 2017                   İstanbul                                  Bahadır Gezer

Şile’de değil de Kütahya-Tavşanlı’da ki köyümüzde ara sıra evin içine kedi alırız. Gerçi biz almıyoruz. Kendisi ara sıra (seyrek) isteyince içeri giriyor. Tabii kedinin kokusunu biz alamasak da fareler bu kokuyu direkt alıyor ve eve uğramıyor.

Velhasıl kelâm, bu kedi yine girmiş, evde takılıyor falan.

Şimdi, edebiyatta hayvanların konuşturulduğu metinlere fabl denir. Biliyoruz. İnsanların (özellikle yazarın) hayvanlarla konuştuğu metinlere ise delilik denir. Biliyoruz.

Şimdi biraz delireyim;

“Bu ne lan! Kar! Kar! Gene etrafa kıllarını saçmışın beyaz beyaz! Bi temizlen kızım yaa! Kıl dökmek ne demek ya!”

“Asıl sen kendi kıllarına bak! Kara kara her yerde be! Hayvan!”

“Hayvan olan sensin be! Kedisin lan sen! Kedi!”

“Bana bak, bi cırmıklarım aklın başına gelir… Tüy benimkiler, değişik!”

“Lâhavlevelaguvveteillahabillahaazim… Kızım dökme şunları sağa sola.”

“Gece uyurken tırmık içinde bırakıcam lan seni! Pis herif! Zaten iğrenç bi şekilde insan kokuyosun! Tiksiniyorum senden be!”

Sen bana sabır ver… Ulan ben kendi kılımı her hangi bir yerde görünce “ıyyy” oluyorum be!

 

Bi de şey var, Washington DC Tenleytown’da bir apartmanda bikaç kediyle yaşayan bir bayan vardı. Ben bir sebeple misafir olaraktan geceyi orada geçiriyordum. Uyurken vücudumda bir sıcaklık, bir ıslaklık… Garip… Göğsümde sanki birşeyler bir şey yapıyor. Gözümü açtım, ulan! Üstümde dört tane kedi! Oturmuş beni yalıyorlar!

Misafir olduğum bayan “Hahaha günlerce yumak kustular senden sonra.” diye dalga geçtiydi.

“Pis pis yattı uyudu… şunu bi temizleyelim…” mi dediler, ne dediler bilmiyorum. Ama olay bu.

 

Bütün bu hadiselerden sonra New York’da Catskill sokağında eve çıktığımda işler tam oldu.

Yine de köpeklerle iyi anlaşırım.

 

Bu arada dün sabah Üsküdar’da yürürken buzun üstünde kayan bi tekir gördüm. Üç metre boyunca kaya kaya gitti kedi. Bu arada 200 metreye bedel depar attı tabii. Bacaklar haldur huldur çalışıyordu ama ne çare kaydı gitti ve kaldırım taşına zıplamasıyla bu işkence son buldu. Anneme anlattım bu olayı “Ah yavrum…” dedi… “Hayret, onların tırmığı var halbuki…” diye ekledi.

 

Bu arada kar yağışı tekrar ekstravaganzalaştı… Karda yapılacak güzel şeylerden biri;

Uyumak.

 

Neyse, teyzem evde… Gidip onu dinleyeyim.

 

Saat 13:23      10 Ocak 2017                   İstanbul                         Bahadır Gezer

ultra salakça soru: “senden çaldım, helâl eder misin?..”

Helâl diyememeye alışamayanın mecaz durumu…

Saat 11:04     10 Ocak 2017       İstanbul               Bahadır Gezer

2017-2023 © All Rights Reserved by Bahadır Gezer.

Bi anı, herkesin başına gelebilecek; Taksim’de metro istasyonunda füniküler’de doğru gidiyorum. Cebimde 3 Lira var. 2 tane bir Lira, 1 tane 50 Kuruş, 2 tane 25 Kuruş var. Bir bakıyorum, kahve dükkanın yanında 3 tane Osmanlı padişahı kostümlü adam. Durmuşlar orada muhabbet ediyorlar. Kavuğu en heybetlisinin yanına gidip “Padişahım, çay ısmarlayım mı?” diyorum. Evet bunu cebimdeki paranın cihanlar sultanına çay ısmarlamaya yetebileceğine inandırarak yapıyorum bunu kendimi. Kabul ediyor padişah, yanındakilerle beraber 3 çay söylüyorum, 3 Lira. Padişah beni işaret edince cebimdeki parayı çıkarıp “Padişahım, valla durum bu.” diyorum. 3 çay söylenebilmesine kızıyor padişah, ben ‘içmeyeceksem/n ne anlamı var vre’ dercesine bakıyor. Bahane ile yanlarından ayrılıp fünikülere atlıyorum.

O esnada üzerimdeki kıyafetin ederi 5bin olduğu için cebimdeki para 3 Lira olmuş olabilir mi, onu bilmiyorum.

“Bak bu babam annemi istemeye gittiğinde dedemin, yani annemin babasının, giydiği kıyafet. Bana verdi. Bunu ne zaman babamı manüpile etmek istesem giyerim. Babam kıyafeti motomot hatırlamıyor ama bilinç altına yer etmiş. Direkt böyle bi streslenmeye, telaşlanmaya, terlemeye falan başlıyor ben bunu giyince.”

“Nasıl yani?”

“Yanisi şöyle abicim; ‘Baba, ben genetik hakkında kunduz eğitimi almaktan vazgeçtim. Köye gidip hayvan gütçem. Bu son kararım.’ desem, ‘kem küm’ edip ‘peki babacım’ der yani anlıyor musun?”

“En abzürd şeyleri bu kıyafet ile kabul ettiriyorsun ha? İyi taktikmiş lan.”

“Ona bakarsan bir yaşımda, doğumgünümde giydiğimi de anneme karşı savunma olarak kullanıyorum.”

“Na… Nasıl yani?”

“Etrafı batıracaksam bir şey yaparken, önce bu bir yaş kıyafetimi giyiyorum. Annem tavanı siyaha boyasam itiraz etmez bu kıyafet olunca üstümde.”

 

Saat: 11:45                          20 Ocak 2017 Cuma                  İstanbul                      Bahadır Gezer

Günaydın nezih-î muhteremler… Saat 07:22   7 Ocak 2017… İstanbul’da hava bağırıyor: “Geeal kardeş! Geeal! Geell! Camiler çağırıyor şu anda… Havadan bahsediyordum, hava; “Geeal! Geeaal! Geeaal! Sibirya’dan değil! Balkanlardan değil! Kafkaslardan değil! Karın en kalitelisini kutuplardan direkt size taşıdım! Geaal kardeşim! Geeall! Kutup karına geeaal!”

Fırın ile gazete bayiine yürüdüm geldim ben az evvel tabii… Çok değil, gidiş geliş en fazla 1,5-2 km yol. Böyle dememin sebebi şu; ilk gittiğim gazete bayiinde “Penguen?”-“Gelmedi bu hafta.”, “Yeni Şafak?”-“Gelmedi.”, “Sözcü?”-“Yok.”, “Sabah?”-“Yok.” İçimden dedim ki “Sen ne halt etmeye varsın lan o zaman? Çiklet satmak için mi açtın bu saatte! Hayır hayır… Bu herifte bi yamuk var. Ben diğer bayiye yürüyeyim.” Ve yürüdüm de… “Yeni Şafak?” dedim “Şafak olmadı daha.” dedi… :o! “Sabah?”-“Sabah grubu gelmedi.”, “Sözcü?” koydu tezgahın üzerine bir tane. “Penguen?”-“Bak orada.” dedi, aldım bir tane. Verdiğim bozuk paralardan birini “Bu para eski, değiştiriver.” diyerek geri verdi. Paranın üzerinde “Yeni Türk Lirası” yazıyordu. Değiştirip yenisini verdim.

Tam arkamı döndüğümde bir tırmığa bastım, lap diye yüzüme şaplağı oturtmak üzereyken kung-fu yapıp blokaj koydum ve bu esnada şaşkınlıkla “ALLAH!” dedim yüksek sesle… Genelde gizli ibadet ve zikr ederim, sonuçta gizlenilmeyen olduğuna göre diye… Bayii de 3 kişi vardı. Klübenin içinde ki adam “Tırmık olduğunu anladın mı şimdi?” dedi, üçümüzde gülüştük.

Dönüşte bir tane simit aldım köşede ki simit fırınından… Ekmek fırınından da bir çörek otlu ekmek aldım geldim eve…

 

Saat 07:34     7 Ocak 2017                   İstanbul                          Bahadır Gezer

-insan tatilden sonra başlar çalışmaya..,

Bizde sanki tatil çalışmaktan sonra olur gibi bir varsayım var.

Halbuki insan doğası gereği, doğumundan sonra geçen zamanda önce tatil yapar, sonra çalışmaya başlar.

19:21                  19  September  2017          Salı             İstanbul                  Bahadır Gezer

 

-Ne diim yahu? Alan adı web sitesi falan satamıyorum… onu bırak, bu internette alan adı, web sitesi olayına falan giriş yapmamı sağlayan www.organ.live sitesini öyle global anlamda etken bir site haline getirmenin yanından bile geçmiyorum. Halbu ki internette alan adları almaya başlamamın sebebi bu idi. Velhasıl kelam, ben sahip olduğum yüzlerce alan adından bir tanesini bile satamamış olmanın hıçkırığını yaşıyorum. Bu aklıma geldikçe bedenim depreşiyor.

Yarab, özür dilerim -evet peşinen-; ben zıvanadan çıkıyorum:

NULaaaaauun! Lan! www.1stsapien.com alan adı nasıl alınmaz ulan! Ulan birazcık megaloman olsa, hatta onu da geçtim, az biraz egon varsa bu alan adı kelepirken alırsın be ulan sap!

Ama hayııır… ben 4 kitada yayınanıp satılan bir kitabı orijinal olarak İngilizce yazan ve sadece Türk Pasaportu taşıyan biri olarak kitap yazayım… Ulan bi komşu bile mi almaz be! Yuh! Yuh ulan yuh! Şu bahçede domates yetiştirsem onu da almayacak demek ki… Yahu Yarab, ciddi diyorum bak; iki apartmana poster astıysam bir apartmanda 40 daire desek 80 daire, çarpı kaba 3=240 insan yahu… 240 insan bundan haberdarken bizim sitede 0 (yazıyla: sıfır) satış… Yani Yarab, gülerken tebrik edişini düşünüyorum şu an… benimde sinirlerim bozulup gülmeye başlıyorum… Amma velakin, alan adı satışı … satışlar falan filan… okuyunca şöyle bir yazdığımı problemlerimin bunlarsa gene durumum bayağı iyi ve hatta basit demek ki diyesim geliyor…

 

 

 

-Bi gün MFÖ Konseri öncesi sahne arkasındayım… açık hava konseri olduğu için minivan yanaştı, MFÖ indi, direkt sahneye doğru gidiyorlardı… ayağının tozuyla hesabı… ben de saf saf alkışladım tabii, şeytanın bacağı kırıla minvalli… MFÖ’nün M’sinden çıkan cümle şu idi “Sahneye çıkmadan adam mı alkışlanır lan?”… tabii yüzüme bile bakmıyodu söylerken… FÖ ise alkışladığımın bile farkında diğildi büyük ihtimal… kırılan kalbimi çam yarması, izbandud şeklindeki badigard tamir etmeye uğraştı. “Boşver dostum, bunlar cidden ilginç bi grup zaten.” diye… Yahu Dünya’dan Jüpiter’e gitsen bu Dünya’da ülkeden ülkeye gittiğinde yaşadığın kültür şokunu yaşamazsın be!

Sanatçının kırdığı kalbi tamir eden security? “Bi de bana sorsan…” diye dert yanarak moral veren sallanmayan hayrana? Nooluyo lan? Nasıl iş arkadaşım bu böyle? Benim bildiğim güvenlik dayağını atarken sanatçı şarkısını söyler. Böylece dayağın acısı hafifler falan…

15:49                    29 Eylül 2017  Cuma             İstanbul                        Bahadır Gezer

 

-Küçüklere manyak öğütler verip delirmelerine neden olan cani karakterli amca;

“Bak evladım. Bir adamın kalbi ne kadar büyükse taşşağıda aynı oranda büyük olur. Büyük haya isteyen adam kalbini büyük tutarsa bu amacına ulaşacağını bilmeli ve tabiri yerindeyse sıçtığı boku bile öpücüğe boğmalı, yani herkesi ve her şeyi severek kalbini büyültmelidir.”

“Kalbin boyuyla taşak boyu aynı yani he mi?”

“Heeğ… aynen oylem…”

Tövbe estağfrullah

16:54               1 Ekim 2017       Pazar                            İstanbul                            Bahadır Gezer

 

Oha! Juventus’un amblemi değişmiş!!! Ve ben şimdi farkına vardım! Oha!

14:48             10.10.2017 Salı                İstanbul           Bahadır Gezer

 

 

 

-“O zaman da bütün kızlar seni istiyo!” ne demek ya? Ben niye bütün kızların hepsini istemiyorum o zaman?.. Leş gibi, pasaklı, küfürbaz, önüne denge verişgen, folloş falan istemem yani. Ne demek “bütün” ya? Hepsi, külliyen? Zannetmiyorum. Sanmam yani. Saçma bi laf etti sokaktaki ya da bina önündeki biri.

21:46

Bi dakka… bütün kızlar rahat bi yaşı uygunluk açısından rahat bi 2 milyar eder heralde… 1 sene de; 24 saatte hızlıca ama olur mu lan… 24 saatte 30?

 Ve çarpı 365 gün?!

Hadi olursa 30 çarpı 365 yaklaşık 1200 eder… Yani on senede 12000 ulan 12000 nireeee 2 milyar nireeeeeeeeeeğğğğağğağuuuuuğğğoooğoğğğahahhh?

Yani hem saçma hem mantıksız bi ses gelmiş dışardan yine.

 

70 bin   de fena diil aslında… 50 yıl… ama varsayımlarla matematiksel hesab (ooooo ciddi konu geliyoooo) olur mu? Bütün formüller insanlığa ışık tutan varsayımla yola çıkmamıştır. Net olan rakam ile yola çıkmıştır.

“O zaman rakam nesne, ses-harf-kelime-anlatım ise mantık/düşünce/his ve ifade diyebilir miyiz?”

“Tabii, ve tabiiyetten nesne bunları barındırır.”

Komedik mola-

“Nasıl yani? Şimdi algı nesnedede mi var yani? Onu mu diyosunuz siz şimdi burda? Ağzım kurudu bi anda…”

“E pek tabii…”

“Yani şimdi bu cam bardak hisli hisli düşüncelere dalmış vaziyette yani öyle mi?”

“E pek tabii.”

“E pek tabii mi?! O zaman bu asfaltta gelecek ay ne yapacağını planlıyo yani di mi?”

“E pek tabii.”

“Nonadanano teknolojide nonanla bağlantılı yani öyle mi?”

“E pek tabii.”

“Yav sen cidden rutine bağlamış dallamasın be!”

Komedik mola arası-

“Ama cidden, rakam ile ses/kelime ayrımı yapmaya iten nedir bizi?”

“Bir kontrast arayışı ve ihtiyacı olsa gerek.”

“Aaa konuları yani ışık/görüntü/rakam/ses-kelime diye dallandırırsak zorlanırız.”

“Neyde zorlanırız?”

“Kontrast denildiğinde vicdan bölünmesi, yani kısa ifade ile iyi ve kötü arayışımızında olup olmadığı konusunda ikilem bile yaşayabiliriz…”

“Ve bu çok iyiden az iyi olur.”

Sokaktan sesler…

21:59                             11.10.2017                            İstanbul                                    Bahadır Gezer

 

Hazır olsam ne olur olmasam ne… hazır olmasam da varım…

Ready or not ready… i be…

11:54      12 Ekim 2017       Perşembe                    İstanbul                Bahadir Gezer

 

Hazır olsam ne olur olmasam ne… hazır olmasam da varım…

Not ready or ready i am… i be…

 

Pllppplpllppphhh

 

Ready or not ready… i be…

Hazır ya da rahat… ihtimallerde varım…

 

?

 

Pfffffffffffff

 

Hazır olsam ne olur olmasam ne olur?.. Hazır olmasam da varım…

Ready or not ready… i be…

 

Bir “Hazır mısın?” sorusu burda ne yaptırdı bana yaa! Hazırın haz ile mutlaka bi bağlantısı vardır heralde… “nıhahaha ndaha hazııır nnadaahhaaa hazıııır… Hazıııır hazııııır hazııııııııır hazııııııııır” 9 bin yıl sonra: “Haaaağğğğğğıııııııızııııııııııığığığığığığığığığığııııııııııııııııııııığığığııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııığığııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııı” Pardon… Şu tuşa 7/24 bi 9976 sene basar mısınız? Bende arada gelir basarım tabii ama aralıksız tek tuş…

 

:o   !!!

Bi dakka lan! İlk pc mutlaka açıldıktan sonra bir tuşa sürekli basmıştır herhalde… Mutlaka yapılmıştır bu ve hatta halen yapılıyordur diye ümit ediyorum… Kaç tane karakter acaba… metre uzunluğu ne kadar eder acaba? Kaç A4 kağıt eder aceb?

“Because of you Bill has fallen into deep depression!”

İ forgot to keep my first joint as a prototype for the rest… i smoked it… i still smoke… so it was a good joint…

 

12:04                   12 Ekim 2017               Perşembe                İstanbul                    Bahadır Gezer

 

 

-Saygı, sevgi, vefa, inanç göstergesi olarak hazreti peygamberlerimizin yaşadıkları dönemlerin kıyafetlerini giyenlerin garipsenmeden, yasalara uygunlaştırılarak dolanmaları hakkında tabii şu denir; ben de Hz. Adem’e olan saygı, sevgi, vefa ve inancımdan ötürü bir yaprak asıp çıkayım sokağa ve bu benim inancım diyeyim.


11:55               20 Ekim 2017                        Cuma                    İstanbul                            Bahadır Gezer


Geçenlerde Monako’nun monakoduk… Beşiktaş

11:54                       21 Ekim 2017                     Cumartesi              İstanbul          Bahadır Gezer

 

 

Ciğerlenmiş duman ciğerlenmemişden daha yavaş tırmanıyor diye gördüm bir an…

Yani basit ifade ile sigaranın ucundan çıkan duman ağızdan üflememeye çabalayarak salınan dumandan çok daha hızlı tırmanıyodu…

13:16                   30 Ekim 2017                       Pazartesi                İstanbul                    Bahadır Gezer

 

Dün İstanbul’da yaklaşık 15-20 km yürüdüm… bi tane tinerci görmedim… Tıpkı yıllar evvel bir gün boyunca bir tane bile suç işlenmemiş olan gün gibi mucizevi bi durum gibi geldi bu bana mutlulukçu…

13:18                     30 Ekim 2017                     Pazartesi                İstanbul                       Bahadır Gezer

 

Görmemiş olmak olmadığı anlamına gelemezsi hissiyata tinercilerin 2 kilometrede bir hatta 100 metrede bir kendilerini gösterdiklerini hatırlatmak durumundayım… O sebeple, vay be 15 km ve 0 tinerci ile münasebet zorunluluğu… 😊

13:20                   30 Ekim 2017                           Pazartesi              İstanbul                   Bahadır Gezer

 

 

‘Rüzgarın geldiği yön’ tabiri… rüzgarın estiği yön deyince from mu anlaşılıyor, to mu?.. when it’s said the wind is blowing, which; from or to?.. for who?..

14:30                    30 Ekim 2017                       Pazartesi                Istanbul                     Bahadır Gezer

 

 

Elimde bir şarap ya da viski ya da kanyak şişesiyle sokaklarda yürürken şehirden zevk alabiliyorum… Meze masasının tüm şehri turlaması gibi bi olay bu elde şişeyle dolanmak… Bildiğin zevkli yani… Bi durum oluyo, içiyon ve o içmene sebep olan olayı unuttuğunda o içmiği almana sebep olmuş olanı sallamayarak içimin kafasını yaşıyosun… Güzel yani… Aaaa bu şu anda kafama giren meyhoşluk 24 dakka evvel yanımdan geçen hatunun kalçasına bakarak aldığım içmikten kaynaklı demiyosun ama onu yaşıyosun yani… Anadın mı?

Ağnama boşgeç…

22:26                        5 Kasım 2017               Pazar                           İstanbul                 Bahadır Gezer

2 gün üst üste doğum günü kutlamak? 1 günde 1 yıl yaşlanmak?

22:49             12 Ocak 2017             İstanbul                   Bahadır Gezer


"Ne var kıymetli kardeşim? Ben Miladi+Hicri takvim sayesinde 3 gün üst üste doğum günü kutladım."

22:50                     12 Ocak 2017            İstanbul                            Bahadır Gezer

Hoşuma giden bir mevzu; fazla uzatmadan anlatmaya çalışacağım çünkü şu anda planım bir sıcak çay daha içip akvaryum ışığı ve bahçeden gelen cırcır böceği sesi ile kitap okuyarak sızış kıvamında uykuya dalmak... Mevzu şu; Maslak'a İstinye tarafından gelirken Opet'i geçtikten bir müddet sonra trafik tabii. Durdum... Hava sıcak, sigara içtiğim için klima kapalı ve cam açık... Sol şeritteyim... Orta refüş çim ve demirden estetik parmaklık... O da ne? Domates! Bildiğin domates yahu! Orta refüşe domates ekilmiş zakkum, menekşe ya da lale yerine! Bildiğin domates yahu! Sırıklı mırıklı... Ve bi de elimle koparabileceğim mesafede 2 tane domates! Tam 'Hadi alayım' derken trafik açıldı... Bu mevzu ciddidir ayrıca... Harbi gördüm bunu...

Saat 03:18           16 Eylül 2017        Cumartesi          İstanbul          Bahadır Gezer

Bundan yaklaşık 3 sene evvel Kütahya'da, bizim köyden (Güzelyurt, diğer adıyla Seliköy-Tavşanlı mevkiinde-) Kütahya'nın şehir merkezine yürümeye karar verdim. Tabii bunu yapmadan evvel köyden Tavşanlı'ya gidiş gelişleri yürüyerek yapmayı bir rutin haline getirmiştim ki bu gidiş-geliş 23 km demektir.

Kütahya'ya köyün mesafesi kuş karayolu mesafesi ile yaklaşık 90 km idi. Ve fakat kuş bakışı kroki ölçümünde bu 60-70 km'ye kadar düşüyordu. Net hatırladığım şudur; sabah 10:40'da bizim köyün Söğütçe'sindeydim. Yani köyden çıkışım 10:40 idi. Kütahya'ya ertesi sabah 04:00 civarı vardım. Yolun son 15 km'si karayolu üzerinde idi. Ve fakat yaklaşık 50 km yapmış olduğum dağ, taş, bayır, bozkır yürüyüşünü size anlatabilmeyi, hissetmenizi sağlayabilmeyi çok isterdim. Öncelikle, yanıma çanta almamıştım. Yüküm sıfır idi. Ve fakat müthiş bir salaklık yapmıştım. Aşırı derecede su ve kalori yakmama rağmen yanımda ne içecek ne de yiyecek vardı. Farklı doktorlar bu konu hakkında "Cidden ölebilirdin." dediler. Büyük hata yapmışım.

Ve fakat, yeminlen şu anda burnum sızlıyor. "Kütahya'nın pınarları" türküsünün niye yakıldığını net olarak yaşadım. En suya hasret olduğum anda, başım döndüğünde ve adım atamayacak vaziyetteyken, şahadet getirdiğimde şırıltıyı duymak... "O şırıltı da ne?! YARAB serap mı yoksa?!" deyip o nereden geldiğini, nereye gittiğini anlayamadığım birbuçuk karış derinliğinde ve 3 metre genişliğinde akışan suyu gördüm. Ayakkabılarımı çıkararak içine girdim... Buz gibi serindi... Akıntının geldiği tarafa dönüp, eğilip kana kana içtim. İçtim. İçtim. İçtim... Sonra akıntının gittiği yöne dönerek abdest aldım. Abdestin suyu kontrol edimde kullanılması gereken avatar kodu olduğunu anladım... :) çıldırış? yürüyüşe devam ettim. Bir ara yine çok susadım... Güneş halen batmamıştı... Yine tam "Tamam, bayılıyorum ve bitiyorum YARAB" derken, 100 metre ileride 4 tane inek gördüm! Hakikaten ciddi söylüyorum; 1 tanesinin memesi tamamen doluydu. 100 metreden bunu görmüştüm. Ve evet, cidden "Hemen ineğin yanına varmalı, altına sırt üstü yatıp, ağzımı açıp ineği bir güzel sağmalıyım." diye kilitlendim. Ve ciddi söylüyorum; Hüsein Bolt'u o 100 metrede solladım. Ama son 20 metrede yavaşlayıp inekleri ürkütmemeye çalıştım. Altına yattım... Tam memesine elimi attım ki bir ses, bir insan sesi "Hüüooop! Napıyon be! Şşşş kardeşşş! Sen sen! Du hele bi bakam!" durdum. Bir baktım, yaklaşık 50 yaşlarında bir adam. "Abi" dedim, "Ölüyorum... Lütfen su veriver."

"Ge bakam... Nooldu sana böyle? Yolunu mu sapıttın? Gel iç bakam." dedi ve iki tane adamın yanına götürdü beni... Dağ başında 3 tane adam! Haydi benim yaptığım garip, tamam. Tamam da bu adamlar ne alaka burada be kardeşim! Hiç sorgulamadım. Su gerekliydi. Adam yeşil bir plastik 2,5 litrelik, etiketi çıkarılmış bir Fruko şişesi çıkardı. İçinda 1 santim kadar su vardı. Feci üzüldüm ve korktum, ama içtim... İçtim... İçtim... İçtim... Dahası da var; içtim... içtim...içtim...içtim.. Bunu yaklaşık 30 ile çarpınız. Kuş yudumu su içmeyi o anda öğrendim. Nasıl yapıldığını kusura bakmayın burada anlatmayacağım.

Saat şu an 11:07  5 Ocak 2017      İstanbul    Bahadır Gezer-bir sigara içeceğim...


Sigaranın son 1 santimetresi haydi tütsü olsun... Saat 11:12;

Bu adamlar daha sonra beni bir sorguya çektiler. Nasihatler verdiler. Ve iz tarif ettiler. "Demir yolu deeeğ şu depenin altındadır. Ordan takip et. Yoksa helak olursun." dediler. Dediklerini yaptım. Ama demiryolunun Eskişehir'e gittiğini biliyordum ben. Benim istikametim ise Kütahya idi. Yinede tren yolunu takip etmeye başladım ve evet! Evet! Bir tren gelmeye başladı. Dizel motorlu lokomotifi olan bir tren! Kırmızı lokomotifli bir tren. Yanımdan geçerken makiniste el ettim ki yavaşlasın. Böylelikle trene atlamayı düşünüyordum. Hayır. Yavaşlamadı. Son vagona tutunmaya niyetlendiğimde o halimle bile paramparça olabileceğimi anlayıp atlamadım. Atlayamadım. (Sigara küllükten aşşağıya düştü. Tütsü bitti yani.)

Makiniste küfürler edip hayıflanarak yola devam ettim. Ve bir istasyona geldim. Ama öyle bir istasyon ki görsen hüngür hüngür ağlarsın. Böyle güzel birşey olamaz. Ama şok olmuştum. İstasyon'da "Güzelyurt İstasyonu" yazmaktaydı. "Ulan saatlerdir yürüyorum. Bizim köyün istasyonu falan mı bu?!" diye düşündüm. Bir adam vardı istasyonda. İstasyon sorumlusu... Kurban olurum ben o adam için. Bana ilk söylediği "Amanın, gel kardeş bi soluklan. Otu otu. A bakam. İç iç..." deyip buz gibi bir suyu cam bardak içinde verdi bana. ALLAH o ne güzel bir andı. Kelimelerin yetersiz kalabilirliğini edebi eğitimimden dolayı kabul etmemeye programlıyım ama nasıl anlatayım ki?

"Kardeş, sen belli ki kendini yola vurmuşun. Bak burdan şu tarafta..." şu köy var... Hatırlamıyorum o köyün adını... Akşam oluyordu. Ve istasyonu Güneş batarken bırakıp tarif edilen köye yollandım. Vardım. Büyük bir köydü... Merkezi vardı. Merkezde cami, lokal ve bakkal vardı. Bakkaldan "Babama bir telefon etmem lazım" deyip İstanbul'da ki babamı aradım. "Baba" dedim "Böyle böyle... Babannem meraklanmıştır. Cep telefonum falan yanımda değil. Arayamadım onu. Gece eve gitmeyince ben uyuyamaz." falan dedim... Babam bana bi bağırdı "Lan sen hangi akla hizmet dağa bayıra vuruyosun oğlum kendini?! Bi rahatsızlığın mı var?! Var tabii! Eşek sudan gelinceye kadar sopa lazım sana! Ver bakim orda kim varsa! Ver! Ver de bi ıslattırıyım seni!"... "Baba..."... "Sus lan! Konuşma! Ver orda kim varsa telefona!"... "Tamam babacım... Tam da dediğin gibi yaparım... Görüşürüz baba... Ben gideceğim yerden ararım. Lafı mı olur babam, ararım tabii...", "Lan?! Şşşş aloğ! Oğlum ver ord...", "Tamam babacım... Sağolun, sağolun..." dedim ve kapadım telefonu.

Seyahatin kalan kısmını hızlandırmam gerekliliği hasıl olmuştu. Bakkalda ki adama nasıl Kütahya'ya gidebileceğimi sordum... Tarif etti. "Yatsı da burdan servis gider ana yola."

Sabaha kadar beklemek. Yatacak yer yok. Evet... Cami kapalı... Avlusunda beklemeye başladım. Bizim köyde lokal geç saatlere kadar açıktır. Gençler takılır. Burada kahvehane falan kapadı. Yatsı ezanını bu kadar sabırsızlıkla beklediğim zaman var mıdır demeyeceğim çünkü bir anın kıymeti başka bir an ile kıyaslanarak anlaşılamaz, yine de şevkle bekledim. Mevsim yaz da olsa gecesinin ayazı vardır buraların (yani oraların)... Bir ara tirediğimi hatırlıyorum. Minibüsü beklemeye başladım, ezandan sonra. Gelmedi. Bekledim. Gelmedi. Bekledim. Gelmedi. Gelmedi. Cami avlusunda ki cemaatten birine yolu sordum "Ordan öyle, ordan böyle" anlattı. "Sen git minibüsü anayolda bekle. Bunun gelceeğ yok. Böyledir bunnar. İşin tez ise sen yürü evlâd.", "Gelmez mi araç muhterem?", "Yürüsen daha çabuk gidersin. Genç adamsın. Bunun gelceeğ yok. Ni bok yedikleri belli değil! Bok yiyip bora sıçyolar!", "Eyvallah amca."... Ve yürüyüş başladı yeniden. Gece... Bu sefer asfaltı takip ediyordum. Bir müddet sonra ana yol dört yoluna geldim. Petrol Ofisi miydi, Total miydi, Aytemiz miydi hatırlamıyorum; ama benzin istasyonu kırmızı ve beyaz renkteydi. Bu yol Tavşanlı-Kütahya karayoluydu. Dakika da bu saatte en az 10-15 araba geçerdi. Bekledim. Geçti bi minibüs. El ettim durmadı. Bi süre sonra başka bi tane geçti. Durmadı. Aynı şey 2 defa daha tekrarlandı. Zaman akıyordu. Başladım Kütahya yönüne doğru yürümeye. Çakmağımın gazı bitmişti ama çakmak taşı halen çalışıyordu. Arkamdan araç geldiğini duyduğumda kıvılcım çakıyordum görsünler diye. Şimdi düşünüyorum da; ben direksiyonda olsam biri makineyi sıkıyo sanırdım. 'savura saça gidiyo biri" diyebilirdim. Uzatmayayım. Fabrika önünden geçerken bahçesindeki köpeklerden tırstım. Dağlarda kurda, yaban domuzuna denk gelmemiş olmama sevindim. Yürüdüm. Üniversite'nin önünden geçerken "yaklaştım, ama yine baya var" diye geçirdim içimden. Sonra, Kütahya'ya 12 km kala bi araba durdu. Ön koltuğa oturdum. Garip bi şekilde arkada oturan biri vardı. Ve aracın arkası ince kilimle kaplanmıştı. Ama tavanı falan dahil. Bi de kırmızı ışık konmuştu. "Bu ne lan?" oldum ama "inicem ben" dersem bunlar beni kıtır kutur keser" dedim içimden. Yalansız.  Arka koltuğa arkamı dönersem koltuktaki eleman bana enseden yapıştıracakmış gibi hissettiğim için yarı dönük vaziyette arkadaki ve direksiyondaki ile sürekli muhabbet açmaya başladım; "Hiç abartmıyorum abi. Geçirmez yeleklerin porseleni Dünya'da en iyi Kütahya'da yapılomuş."

"Öyledir. Ben benimkine işleme de yaptırdım. Görünmüyo dışardan ama ben orda olduğunu biliyorum. Güç veriyo. Bilirsin."

O anlarda "Vah ki vak, herif porselen yelek falan biliyo. Sıçtık ki ne sıçtık. Bunlar kesin öldürecek beni!" diye düşünüyordum.

Neyse ki Kütahya'ya vardık. Sevgililer'e varana kadar bekledim inmek için. Dostaneyiz ya? Teşekkür edip inmeyi planlıyordum ki öyle de oldu. İndim. Saat 04:00 civarı idi.

Alış-verişimi yaptım.

Otogara yürüdüm.

Otobüse atladım.

O benzinliğin kavşağında indim, çünkü Tavşanlı'dan geçmemeliydim.

Yürüdüm. Yürüdüm aynı köye. Ve asfaltı takip etmeye başladım köye doğru. Sabaha kadar yürüdüm. Sabah, bir çeşmenin başına beklerken bir adam aldı beni arabasına. Kırmızı bi arabaydı. Adam oğlundan bahsetti. Oğlu hasta imiş. ALLAH yardımcısı olsun. Oğlu 180 kiloymuş. Kas rahatsızlığıymış galiba. "Hiçbir yerde iş bulamıyor." diye üzüntüsünü paylaşıyordu adam. Sadece "Abi, onun koşullarını avantaj olarak gören bir iş sahası mutlaka vardır. 8 milyar kişinin yaşadığı Dünya. En az 15 milyon farklı meslek var. 15 milyon abi! Mutlaka bir kaç tanesi 'Bu işi yapabilmek için 150 kilodan aşağı olunamaz' diyordur. Ama o işin ne olduğunu bulmak mesele tabii." falan diyebildim. Tam bizim köyde, bizim evin hemen arkasında arabadan indim. Dün 10:40'da ayrıldığım köyüme bugün 07:00 gibi vardım. Ve babannem...

Şu an saat 13:13     5 Ocak 2017                     İstanbul                  Bahadır Gezer  (işlerle ilgilenmem lazım)

“Karlar yağsın da, kaygılar yağmasın.” Babannemden bir söz… Bir de “geç kalmış desinler de, geçmiş olsun demesinler oğul” der kendisi ama ikincisi yolculuk ile ilgili, o bakımdan biraz az bağlantılı ilkiyle.

Bu arada ben geçen gün kara yüzümü batırıp “Ne güzel, karın içinde nefes alabiliyorum” falan diye düşündüm ama şimdi gel gör ki yüzüm oldu kıpkırmızı. Sanırım bu olayı yüzümü daha çok kara bastırarak çözeceğim.

 

Karda ne yapılır?

1-Kardan adam

2- Şey

3-Salep

4-Kestane

5-Gazete okuma keyfi (Ama bu keyif olmaktan çıkalı çok oldu be. Yinede sıcak bi havası vardır dışarıda kar yağarken alınan bir ton gazetenin okunması. Demeyeyim diyorum, anmayayım o iğrenç günü diyorum ama 11 Eylül’de Washington’da Washington Post gazetesi defalarca ‘extra’ yayın yapmıştı. Büyüklerden dinlediğim bir olguydu ‘ekstra’ çıkan gazeteler. Ben ise 12 Eylül Washington Post’u sakladım. Beni en çok vuran tarafı arka sayfadaki süpermarket promosyonlu ürünler reklamıdır. “Çüş be! Bugün, gazetenin arka kapağı reklama ayrılır mı?!” olmuştum. Şimdi o gazeteyi çıkarıp, o günün promosyonlu ürünlerine bakacağım. Ne varmış acaba? Et? Yangın tüpü? Cep sobası? İncil? Yani o güne has, ihtiyaç duyulan ürünler mi bir bakacağım. Bu arada o gazetenin kağıtları sarı rengine kaymış aradan geçen bunca zamanda…

Bakıyorum şu anda gazeteye ve evet! CVS marketlerinin reklamı. 88 Cent’e 24’lük 35mm fotoğraf filmi var. O zaman diliminde ciddi zaruret. “wet n wild” (ıslak ve vahşi) ruj, dudak çizgisi ve oje: 88 Cent. Bu da o anlarda ciddi zaruret. Mürekkepli kalem, 10$’lık alıverişe beleş. Zaruret tabii kalem. Oha! Şimdi dikkatimi çekti! Katalogdaki herşey 88 Cent! Duyma yetisi artırıcı aparat bile 88 Cent!

Burnum sızladı. Juliana Valentine McCourt…

Bu konudan bahsedememek istiyorum.

Christine Hanson  )

6- Eski fotoğraflara bakmak (dijital olmayanlara), mektuplara bakmak (sakladıklarına)

7-Aile

 

Asabım feci bozuldu… Karlar yağsın da kaygılar yağmasın.

 

Pvt. David Evans Jr.

 

Yahu acım, acımız o kadar taze ki… her gün, her gün! Her ALLAH’ın günü!

İsim mi?

Mehmetçik

Of YARAB yaa…

 

 

Konuyu acilen değiştirmeye çabalamam gerekiyor. Örneğin ne ne? Not aldığım şeylere bakıyorum ama cidden anlatasım gelmiyor…

Saat 16:03  8 Ocak 2017

Devam edeceğim… Açlıkla terbiye… Hani söz vardır bununla ilgili; ALLAH kimseyi açlıkla terbiye etmesin, diye. Olmuyor. Olmuyor. İnsan açlıkla terbiye falan olmuyor.

İlk en uzun süreli açlığım 8 gün sürmüştü.

İkincisinde ise 13 gün. Su içiyordum tabii. Sadece su… Tabii en korkunç kısmı, belli bir süreden sonra açlık duymamaya başlıyor insan. Sadece bir şeyler çiğnemek istiyorsun. Doyasıya çiğnemek. Ama yemekten de çekinir hale geliyorsun. Bir süre sonra çiğneme arzun o kadar artıyor ki etrafında insanların gözlerine değil, boyunlarına bakmaya başlıyorsun. Isırmayı, parçalamayı istiyorsun. 13. Gün… Isırmak, parçalamak istiyordum. Durum fecileşmişti. Yamyamlığı geçmiştim. Yamyamlık değildi bu. Yamyamlar pişirir de yer ulan! Ben resmen, canlı canlı insanların boyunlarına atlayıp ısırmayı içgüdüdüğümde dedim ki “Bahadır, kendine gel, vazgeç ve hemen bir ayran ve Adana dürüm ye” dedim. Zordu. İlk ısırığı yutamayacakmışım gibi çiğneyip çiğneyip ardından yutkundum. Sonra, 4. Dürümün yarısında bu sefer “durmalısın” falan demedim. Bünyem daha fazlasını almadı.

Ölebilirmişim bunu yaparken. Yahu zaten durumum pek iyi değildi o ara. Bulunduğum yerde yemek tüketmek, özgür iken yemek yemenin hazzına hakaret olurdu. O sebeple yemiyordum.

Neyse, konuyu değiştirelim…

Yav mesela ben Kütahya yöresinde bir buçuk günde yaptığım 80 km’lik yürüyüşü anlatıyorum. Ne var bunda? Millet ülkeler, kıtalar geçiyor yürüyerek be! Asıl merak ettiğim; o 3 amca. Ulan verdikleri son suyu içtim, ayrıldım aralarından… Onlar ne yaptı orada susuz acaba?..

 

İngilizce yazdıklarımda hayatıma yönler sunan hocalarımdan bahsetmişim. Bu web sitesinde hem de… Soru geldi; “Hey hiç bayan öğretmen ismi görmedim dostum?”

Evet var tabii… Bir bayan hocam… Yani sınıfında bulunduğum, sınavına girdiğim… Uzatmayayım, ismini yazamıyorum. Kendisine çıkma teklif ettim, bürosunda. Gerisini anlatmayayım. Sadece verdiği dersin adı ne idi unuttuğum için mutluyum.

Öf! Şimdi bunu İngilizce’ye mi çevireceğim yav?

 

“Zevzek!”

Zevz

“Zevk mi dedi lan bu?”, “Hayır, sevsek dedi galiba.”, “Yahu su katılmamış bu be!”, “E o zaman, su katılmadıysa daha bi halis mulis olmuyo mu?”, “Zevzek!”, “Haydaa…”

 

 

Kıbrıs’taki dağlardaki bayrakları biliyorsunuzdur.

Gerçekten Ay’a bakarken Ay Yıldız’ı görmek istiyorum.

“Hey! You just gave us an idea! We will do it.”

“What? You will make a giant Turkish flag on the surface of the Moon, so that we can see her?”

“Eehhm we were thinking about an American flag.”

“Wow, too hard. All those stars, the thin stripes… Sounds can’t doable to me.”

“Painting after all… Shouldn’t be that hard.”

“Yahu sen onu boya ile yapmayı düşünüyorsan zaten baştan sıçmışın…”

“What?”

“Take it easy i said.”

 

 

Saat 16:28          8 Ocak 2017                 İstanbul        Bahadır Gezer

 

“Ok.Ok. We’ve found the red rocks… Just tell us from where we can get blue rocks?”

“Yahu, brother, this section is for Türkish… So, please…”

“Then start writing these in to the English… Not now but right now!”

 

Saat 16:31                  8 Ocak 2017             İstanbul                  Bahadır Gezer

Tamam tamam, “Anlatmayacaksan ne diye anlatacağım diyosun! Terliksi!” diyen zat hakkında yorum yapmayacağım…

Bir kere dünkü, o anlardaki hissiyatımı barındıramıyorum şu anda diyeceğim. Ama yalan olur, çünkü ben akademiğim. Yani o anı şu anda yaşayabiliyorum. Tabii çevrede o an ki çevre gibi olursa daha bi kolay olur ama neyse…

Öncelikle şunu belirteyim. Dün ağaçların resmen, kanlı canlı konuştuklarına tanık oldum. Böyle kattııırrr kutuuuurrr ggıııııırrrççç guuurrrrç diye görkemli görkemli sesler çıkarıyorlardı. Ya cidden gözlerim yaşardı o anda. Tabii ben ağaçlarla sürekli iletişim halinde bir birey olaraktan ağaçların insan kulağıyla algılanabilen seslerinin rüzgarda hışırdayan yapraklardan ibaret olduğunu sanıyordum. Resmen vücut kütürdetiyorlardı yahu. Dün. Ama nerede olduğunu söylemeyeceğim.

 

Televizyonda ki “evlenme programları” ile yorum yapmalıyım gibi geliyor. Niye boşanma programı yok? Oldukça ilgi çekici olur. Ne bileyim işte;

“Şimdi boşanacak çiftimizi stüdyoya davet ediyoruz.”

-“Ben kocamı kaynımla bastım.”

-“Ne alakası var ya? Sayın Şeymanur Hanım, bence eşim bu boşanma olayını sadece nafaka için istiyor.”

-“Ne diyosun sen be! Sen önce aç karnını doyur!”

“Evet, seyircilere mikrofon uzatalım, bakalım ne diyecekler.”

+”Şeymanur Hanım, bence Haziye Hanım oldukça makul bir kişi. Cabbar Bey gerçekten bu anlatılanları yapmış bir kişiye benziyor.”

-“Kardeşim senin çıkarın ne bu işten!”

“Ay gerçekten Harun Bey, Haziye Hanım’a göz mü koydunuz yoksa? Hah hah hay…”

Oha!

Aman aman, böyle bir program yapmak mantıksız olur. Hiç komik değil.

 

Saat 09:20           10 Ocak 2017                 İstanbul                Bahadır Gezer

İstanbul’un İcadiye semtinin adı İnovasyonya diye değiştirilecekmiş.

 

Dron… popüler terim… aslında insan kontrolüyle, üzerinde insan taşımadan kullanılan taşıt anlamına geliyor. Ama şu anda havada uçan insansız hava araçlarının çoğunu tabir etmek için kullanılıyor bu terim. Teknik olarak bakarsak Dünya dışı gezegenlere yolladığımız robotlar da dron ama bizim için şu an önemli:

Bombardıman uçakları kullanıma girdikten kısa süre sonra avcı jetler göklerin hakimi oldu. Avcı dronlar üretmemiz ciddi bir konu. Hatta havadaki bir dronun kayıt altına aldığı görüntüleri izleyebilmemizi sağlayan dronlar önemli.

Çocuklarımız göklerde (belirlenen alanlarda) dronları ile it dalaşı yaparlarsa hoş olabilir. Yani avcı dron kavramının yaygınlaşmasından bahsediyorum. Bilgisiz bakış açısıyla yaklaşınca silah taşıyacak dronların silah taşımayan dronlara göre daha hızlı ve kabiliyetli uçabilmesini sağlamak oldukça zor bir konsept gibi görünüyor. Yani avcı dronlar ağır ekipman taşımalarına rağmen, daha hafif olan casus dronlarlardan daha iyi uçmak ya da yönetilmek zorunda.

 

Askeri alan gerçekten ilgi uyandırıcı alandır. Örneğin 1.2 km menzilli bir keskin tüfek atış esnasında zerre ses yapmıyor. Cidden müthiş. 1200 metre uzağa nokta atışı yapıyorsun ve ürettiğin ses sıfır. Arbelet’den bahsediyorum. Ok yani. Bildiğin t şeklide ok. Dürbünü, gece görüşü, nokta işaretleyicisi falan hepsi mevcut. Ok ne kadar ses yapıyorsa o kadar ses yapıyor.

Yalnız yayını germek zor. Genellikle ekipmanı yere koyup, ayaklarla basıp, çift el ile yayı germek gerekiyor.

İşin ustaları yukarı atış yapıp, bonbeli-kavisli atış yaparak 1200 metre mesafeyi artırabiliyor.

 

Şener Şen’in rol aldığı bir film var… Neşeli Günler’di galiba. Orada Şener Şen sürekli sevdiği kızın yaşadığı evin üzerine uçak ile pike yapıyordu. Tabii ağzına gül koyup, balkondaki sevgilisine gül atabilme kabiliyetindeki pilotlar yetiştiriyor olmamız bir Milli Gurur konusu idi. Gül müydü, menekşe miydi Şener Şen’in Ayşen Gruda’ya verdiği çiçek? Hayır gülse, yaprakları kopardı çünkü uçaktan atarken. Menekşe olması lazım. Şener Şen’in Yeşilköy Havalimanı’ndan kalkıp kalkıp her gün bu eve pike yapması komikti gerçekten.

Ama gerçek bu. Yani benim tanıdığım neredeyse bütün F-16 pilotları haftada en az 2 kez ana ocağı üzerine pikeler yapar. Cidden. Jet pilotları memleketlerini sık ziyaret ederler yarenleri ile. Ki böyle de olması gerekir, kimse buna itiraz edemez. Sevdiğin kız Şile’nin Teke Köyü’nde yaşayacak, sen F-16 pilotu olacaksın ve sevgilinin evinin etrafında F-16 ile tur atmayacaksın öyle mi? Ferrari, Lâmborjini falan değil; F-16!

Büyükşehirler’den gelme pilotlar ise bahtsız tabii… Metropollerin üzerinde sabah akşam jet uçamayacağı için Milli Bayramlar’ı beklerler şahinler…

“Doğan, hiç bizim eviğn üstünden ef onaltıyla geçmiyoosuuuğn. Yani hiç bi arkadaşıma ‘bak bu benim Doğan’ diyip seni gösteremiyceksem sen uçarken, ne anlamı var ki ef onaltının yağni?”

“Kızım Ayasofya’ya iki yüz metrede yaşıyosun. Kalkıp orda “sevgilim için salvo yapıyorum komutanım” diyip vuruliyim mi?! Bunu mu istiyosun yani?! Bu mu yani?! Sıla, bu mudur yani soruyorum sana kızım yaa?!”

“Ay sanki sen vurulcan, sen diğil uçak vuruluyo bi kere!”

“Lâhavlevelaguvveteillahabillahaazim. Kapa telefonu Sıla, kapat. Kapat bak cidden kalbini kırıcam yoksa.”

 

Kuzey Kore “Lideri” yeni bir karar almış; artık askeri geçitlerde ülkenin tüm hava gücü aynı anda gökten uçuş yapacakmış. Binlerce asker karada yürürken, füze rampaları tanklar geçiş yaparken yüzlerce uçak da gökyüzünden geçit yapacakmış.

 

Saat 15:51                       19 Ocak 2017                                  İstanbul                   Bahadır Gezer

-Hep dini muhabbet yapmak istemiyorum… Ve fakat Hicri takvimin hareket halinde bir takvim olduğunu biliyoruz. Buna rağmen ben ömrümde bir kere bile Hicri doğum günümü kutlayamadım. Büyük ihtimalle her sene farklı bir tarihe geliyor ama bilmiyorum.

Beni bu konuda bilgilendiren bir yayına, hocaya rastlamadım. Acaba camideki hocaya bu sene ki doğum günümün hangi tarihe denk geldiğini sorsam söyler mi?

Herhalde imam-hatip mezunlarının hepsi bunu biliyordur diyeceğim ama üzülerek pek sanmıyorum.

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  Bundan böyle Türkçe ve spontone yazıları buraya şıttırmaya karar verdim... Evet, karar verebiliyorum.


Benim eğitimim edebiyat ve medya ağırlıklı... Ne alaka?.. Yani sanat meslek lisesi edebiyat ve medya bölümü mezunuyum... Ayrıca üniversite mezuniyet alanım dil ve edebiyat...

Bu bağlamda bana güvenebilirsiniz... Şimdiye kadar 9072 adet kitap okudum... Ve okuduğum gazete miktarı bu kitaplarda yer alan cümle sayısından fazla cümle içerir... Hava mı atıyorum?.. I ıh... alakasız... Bilgilendiriş sadece...

Bunun yanında karada araba ile yaklaşık 8 milyon km mesafe gitmişliğim, yayan olarak yaklaşık 6 milyon km gitmişliğim, uçak ile 4,5 milyon mil uçmuşluğum mevcut. Başka ne ile uçtuğumu ve deniz yolculuklarımın mesafesini söylemeyeyim.

Okurum, gezerim... Bu benim olayım... Evliya Çelebi Kütahya'lıdır... Benim de baba tarafım Kütahya'dandır... Yani "Gezer" soyadı ne alaka denebilir diye söylüyorum.

Neyse... Biraz kelimelerle ordan burdan şurdan bahsedeyim...

...

Bakire kelimesi... Şey gibi yav; "Ağaca", "Eve", "İşe" der gibi... Yani sanki bakir olana dermiş gibi. Bakire, bakir olana...

"Cicim ben Bakir'e bi uğrıycağm."

"Pembitoş, aman o çocuğa dikkat et... Pek tekin diğil gibi geldi banağ."

"Ay ne alakası var beeğ!"

Resmen Recep İvedik'sel espri anlayışına sürükleniyorum;

"Babağ, ben Bakir'e gidiyoruğm."

"Gittiğin şekilde dön kızım."

"O ney demek yaağ? Nası yağni?"

"E bakire gidiyorum demedin mi?"

"Ayy! İğreçsin! Ay inanamıyoruğm! Cidden çirkinsin yaağ!"


Saat 08:33   5 Ocak 2017    İstanbul      Bahadır Gezer

Cırcırlıyim be! Cırcır böceği sustu!

Bu planda yoktu...

Saat 03:20          16 Eylül 2017    Cumartesi                İstanbul               Bahadır Gezer

Konfüçyan, mânanın değerine oranlı olduğunda varlığa kıymet katar.

Konfüçyan? Konfüçyus? Konfüzyon? Şaşırmak? Kafa karışıklığı? Bünyeden ihtimaller geçişi?

Saat 08:58    5 Ocak 2017       İstanbul     Bahadır Gezer

04:00      16Nisan2017   Pazar                    İstanbul                    Bahadır Gezer

Bi arkadaş tanıyorum. Adı Gaetano... Gotty derdik biz kısaca. Bu Gotti dediğim eleman bi gün bi sineği ağzının içine alıp hapis etmiş. Genetiği bozuk olan bu arkadaş kalktı bana dedi ki "Sineğin ağzımın içinde panik halinde yanaklarıma çarpışı falan midemi bulandırıyodu ama devam ettim. Şaşırmıştım... sinek de olsa nedense içime doğru uçmayı hiç denemedi. Sanki biliyordu mideme ya da ciğerime doğru yola koyulsa öleceğini... Bi müddet sonra sakinleşti bu..." Ben Gotti'nin olayını fazla uzatmadan anlatayım. Herif sinek evcilleştirmişti!  Hayır balina ya da fok balığı değil! Sinek! At değil, kuş değil, kedi-köpek değil! Sinek! Sinek ulan! Bu sineği eğitmiş... Gülerek "dişlerimi temizliyo" derdi bu genetiksel arızalı arkadaş. Ama cidden sineği o kavanozdan çıkarır çıkarmaz sinek hemen bunun ağzına girerdi, ve Gotti böyle konuşurken falan sinek halâ ağzında dururdu. Ve gerçektende dişlerinde ki artıklarla besleniyormuş meğer.

Todd adlı Kanada kökenli (ki Gotti İtalyan asıllı idi... Ama sonuçta Amerikanlar.) bi arkadaş bir gece bu Gotti'nin sineğini şlak diye bi darbede püre yaptı. Gotti akli dengesini yitirdi bu olaydan sonra. Şimdi ne yapıyor bilmiyorum.

09:53    5 Ocak 2017             İstanbul                     Bahadır Gezer

Telif Hakları © 2017 Bahadır Gezer

This site is SSL certified.                Bu site SSL sertifikalıdır.

-ulan ring filmi ne korkunçtu be… bütün filme sıkılarak sarışın, diri kâse memeler için katlandıktan sonra o kızın televizyondan çıkışta diil ama cızırtılanıp bi anda yaklaşınca aboov oldum… bi korkunç sahneyle korkunç film…

-garanti süresiz silah üretmiş olan, üretmeye devam etmese iyi olur…

son kullanma tarihi olmayan silah üreten üretmemeye başlasa iyi olur...

100 dört eşit parçaya bölünebildiğine göre, = sonrası çıkan 25 sayısına 4’er yıllık hükümet süresi nasıl sığdırılıyor?..

Tavsiye: beleşe konmayın, öğrenin…

 

Yaa şimdi nereden aklıma geldi... Yav rahmetli Kemal Sunal'ın başrolünde olduğu bi film vardı... Oha! 100 lerce var mı acaba? Ben de en fazla 25 tane falan var. Bu filmde bi gazino sahibi vardı. Klasik Şaban filmleri keltoşuydu bu adam. Hep otoriteyi simgelerdi. Acımasız, ahlak dışıydı genelde... Ama bencilliği ve egosu ve tavırları da komiktir bu keltoşun... Bu kel, bi sahnede (gülüyorum şu an resmen) masasında oturmuş "Mazzlluuuum! Mazluuuummmm! Başım çatlıycak! Nerde lan bu?! Mazlum'u getirin banağ." derdi, o kafasını ovuş, o sanatçıları dengede tutabilmenin ve sanatı işselleştirmenin stresiyle bi başını oğuşu vardı sçarsın altına... Mazlum'da bunun dayakçıbaşı... Yani Mazlum bildiğin, maaşlı, sigortalı adam. Ve işi; dayak yemek. Kel patron bunu sille tokat bi 1-2 dakka dövünce "Oh be! Kendime geldim. Oh! Dünya varmış be!" derdi soluk soluğa. Ama 2 dakka sonra biri içeri girer ve "Abi yeni solist 'ben Şeyda şıllığından önce sahneye çıkmam!' diye ortalığı yıkıyo!" deyince; "Aaaahhhh başıığm... Başıma ağrı girdi... Mazluuuum Mazluuuum." diye başlardı tekrar. Mazlum facebook olmuş. 50 saniye de 1 çağırılıyor. Dayak yediği süre, yemediğinin üzerine çıkmışşş... Ha ha ha ha! Haarbi gülüyorum şu anda... Ben en iyisi onu bi izliyim şimdi...

02:51      6 Ocak 2017                  İstanbul                 Bahadır Gezer

Harbi Haber: Milli Tank Projesi Altay’ın motor teknoloji aktarımı için antlaşma yapılan Avusturya menşeili firma ile sözleşme feshedildi.

Dünya’nın evet Dünya’nın en iyi tankını nasıl üretiriz? Motivasyon bu;

Bu doğrultuda geçmişten örnek vermek isterim: bundan 20 yıl evvel “toplama bilgisayar” diye bir kavram vardı. Piyasada ki (genellikle IBM) marka bilgisayarlar her talebe en verimli şekilde karşılık veremeyince, farklı bilgisayar parçalarının en kalitelilerini ve en yüksek performanslılarını alırdık, pasaja götürür “toplatırdık”. Piyasadaki hiçbir markanın sunmadığı özelliklere sahip bir bilgisayarımız olurdu. Örneğin piyasadaki marka bilgisayarların en yükseği 24 hızlı CD-Rom içerirken bizim 36 hızında CD-Rom içeren bir bilgisayarımız oluyordu.

Sözün kısası; paleti en iyi üreticisinden (misal ABD menşeili bir firma), havalandırma sistemini işin en iyisinden (misal Japonya menşeili bir firma), motoru en kaliteli üreticiden (misal İngiltere menşeili bir firma), silah ekipmanını en kabiliyetlisinden (misal Rus ve Alman ortak konsorsiyumu) vb. alıp da bunların birleşiminden bir süper tank yaparsak, işte o zaman bunu takip eden ilk savunma sanayii fuarında herkes bu tanka hayran hayran bakar ve sonuçta ABD’ye ve Rusya’ya (ikisine de) savunma teçhizatı tedariği sağlayan enderlerden olabilir Türkiye.

Yazılım.

Gittiğimiz pasajda ki giz buydu; yazılım.

Farklı marka parçaların sorunsuz bir şekilde aynı bilgisayarda çalışmalarını sağlayan yazılımlar.

 

İtiraf; Şimdi yazacağım şeyi bundan 3 ay evvel White House ve TSK anasayfalarında ki e-posta adreslerinden kendilerine ulaştırdım:

Jammer uydulara ihtiyaç duyulabilir. Tıpkı devlet konvoylarında ki arabalardan birinin etraftaki dijital şebekeyi dizginleyen jammer kabiliyetli araçları gibi. Sadece uzayda. Etrafındaki uyduların sinyalizasyonunu okuyabilecek ve hatta durdurabilecek yetiye sahip yörünge uyduları gerekebilir.

Bunu karadan yapabilecek kabiliyete sahip olmak ise oldukça değerlidir ki vardır zaten diye ümit ediyorum.

 

Bu arada duydunuz mu? NASA 1968’de mermi şeklinde bir vericiyi M-14 tüfek ile uzayda ateşlemiş. Ve bu mermi o zamandan beri ivmesini sürekli tutarak hızla ilerliyor ve aynı zamanda Dünya’ya sinyal yolluyormuş. Deneyin sebebi anlık iletişim kabiliyetinin sınırlarının ne kadar uzağa gidebildiğini görmekmiş. Bu mermi ile iletişim dün kesilmiş. Bir yetkili “Bir meteora çarpmış olabilir. Çünkü iletişim koptuğu ana kadar yüksek seviye ile devam ediyordu.” demiş ve fakat mermi ile iletişimin Dünya’dan ne kadar mesafede koptuğu ile ilgili bilgi vermekten kaçınmış.

 

Kuzey Kore “Lideri”, geçtiğimiz hafta dışkısının fotoğrafını ulusal sosyal iletişim web sitesi Vataşiva’ya yerleştirmiş. “Lider”in paylaşımını “like” etmeyen Kuzey Koreli vatandaşlar fişleniyor ve haklarında liste tutuluyormuş. “Lider”, yarın paylaştığı fotoyu Vataşiva web sitesinden kaldıracağını açıklayınca ve fişlenmekten korkan milyonlarca vatandaş aynı anda siteye girip “like” lamaya çalışınca web sitesi kilitlenmiş.

 

Ne biçim mevzu lan bu?! Afrika’da hakkında falına bakacak bir şey bulamayınca bok falına bakan büyücü haberi gibi bir şey! Ama adam, böyle yaşlı başlı, kafasında suratında beyaz kıllar, 75 yerinden piirsinglenmiş, boynunda aslanın, sırtlanın, vahşi köpeğin, timsahın, filin, yaban domuzunun (cümle vahşi mahlukat) dişlerinden kolyesi falan var ve elinde de taze sıçılmış bok! Kıvrımlara falan bakıp “Hogayaaaaa! Hogaaayyyaaa tatamutoşiiii!” falan diye anlatıyor, gelecekten haber veriyor.

Acıdım, hüzünlendim.

Bu arada bizim Türkiye’de hizmet veren Türk Kahvesi Falı yazılımını yapan arkadaşla geçende konuşuyoruz. Eleman dedi ki; “Her gönderenin gönderdiği resmi saklıyoruz.”

“Niye?” dedim saf saf.

“Abi…” dedi, “2 sene sonra, kahve falınızın tıpatıp aynısı bundan 3 yıl evvel Falanca Falan isimli şahısa da çıkmıştı! diyecez. Tabii bunun inanılmaz olacağının düşünülmesine engel olmak için mikronluk tarayıcıların kullanımın yaygınlaşmasını bekliyoruz.”

Millet nelerle uğraşıyor yahu…

En popüler Türk Kahve Falı okuyucusu-anlatıcısı’nın Tayland asıllı bir Amerikan olması ilginç tabii. Yazılımı yapan çocuk (evet 23 yaşında) kendisi. Eline fincanı alıp anlatacak olsa “Sen ne anlarsın lan!” diyeceğin adam Türk Kahve Falı okuyucu yazılımı yapmış, satmış, bir de üstüne para kazanıyor.

 

Tellağa uzun süre kese attırmanın yolu; hamama gitmeden evvel bi zahmet keseleniyorsun. Tellak 5 dakika kese atmasına rağmen kir çıkmayınca gaza gelip bir 5 dakika daha keseliyor.

Bizi hamamlarda böyle çok hırpani, kütük-moloz gibi gösteren bir algı var. Halbuki biz oldukça nazikiz. O takunyalarla hamamın ıslak-mermer zemininde tıpkı artistik patenciler gibiyiz aslında. Çifte salvo falan.

Yahu ciddi ciddi; ben 8 sene hamama gitmeyip ardından hamama gidip, keselenip, çıkan kiri poşete koyup, ardından tartıp “8 senenin kiri bi yarım kilo bile etmedi be” diyen “adam” tanıyorum.

“N… Ne kadar çıktı abi?”

“218 gram! 218 gram lan! 8 sene de hem de!”

“Temiz adammışsın abi.”

Ne diyeydim?

 

Saat 23:30       18 Ocak 2017                        İstanbul                       Bahadır Gezer

Aynı ortamdan/birimden/mekandan ne dersen artık... Aynı ortamdan başka mevzular... Ama anlatamayacaklarımı anlatamam... Bariz yılan gibi bi müzisyen vardı. Herif konuşurken bile şarkı gibi konuşuyo... Adamı dinlerken kelimelerin anlamını çözemiyosun, kelimelerin melodikselliğini harmonisini dinlemeye kapılıp kelimeleri anlam anlam dinleyemiyosun... Öyle bi herifti... Ama gitar getirmiyodu. "Ooğl mazzs..." derdi... Elemanda bariz yılan tipi var lan... Yani yerde sürünerek kamuflaşla yanında bitse "Anaana!ss! 30 sanimetre çaplı yılan!! Lan lan! Eşhedüüinlâ ilahaill..." diye gidersin... Bi de balık tipli olanlar oluyo... Mesela derin sular için küçük ciğerli ve çok kilolular ideal. Genelde büyük ciğer iyi derler ama kırılma sınırı mesafesinden sonra suda yükseliş ivmesi uygulamasın diye ciğer keseciklerinin küçük, vücudunda harbi hacimli olması iyidir... Ne diyorum lan ben? Bunlar benim mevzum değil.

Bu elemanla çok muhabbettimiz olduk. Ve anlatmaya başladı; bunlar size kolay cümleler gibi gelecekse sktirin gidin okumayın: "en yakın arkadaşım, dostum kollarımda, elimde , gözümde öldü.", "ALLAH rahmet eylesin."

Kuş dilini tabii ki bilirdi ama konuşmazdı. Zaten bildiğini bilmeme rağmen benim onu bilmediğimi söyleyişimden ötürü eğer beni çıkarırsa özür diliyorum.

Başka bir sohbetimizde, kafamız ilacî vaziyetteyken yemek yiyorduk. Ve sanki "yyaaa orada bisikletten düştüm" şeklinde anlatır bi duruşla "4 aylık hamileydi o esnada eşim... elimde çiçeklerle eve geldim... eve bi girdim, çocuğu aldırmış... bebeğimizi..." baktım bu böyle acıyı kanıksamış/aşmış bi biçimde anlatınca olayı. "Lan abi senin yaşamadığın bi acı var mı olm?" diyebildim... Acı gülümseme vardır ya? Onu yaptı işte...

Aynı ortamda 17 kişiydik demiş miydim hatırlamıyorum. Demediysem şimdi diyorum...

18 geldi... Yüzünü boyayan, gözlerini siyah siyah boyayan, mor ve uzzun saçlı, piersingli küpeli müpeli böyle değişik bi tip geldi. 17'nin 17'si "ibne geldi lan!" "Nası iş olm bu öyle? İbnenin ne işi var lan burda!"

Sigara içtiğimiz yere bu gelince çıkıyoruz falan... Evet, adam iki çocuk babası çıktı. Mor saçlı... Tövbe tövbee... Neyse... Sıkılmadım muhabbetten ama keseyim artık diyorum... O yüzden hızlı anlatacağım; Adam Belçika'da 18 Ermeni tarafından linç edilmiş. Aslında sayı daha fazlaymış ama mobeseler 18'i görebilmiş. 18 kişiye adam öldürmeye teşebbüs, grup halinde ve organize cana kast etmek, sosyal ve bireysel özgürlük hakları suçları ile kişi başı 30bin Euro cezaya çaptırılmışlar.

Kendisi hakkında bildiklerimi yazamayacağım arkadaş; "Oha lan! 50 Afgan beni linç etsin, 1 milyon $ için razıyım arkadaş!" derdi gülerek. Mor saç atar yaptı... Bunun hakkında şaka durdu. Eleman bişey hatırlamıyormuş, olay olmuş, gözü kapanmış, hastanede açmış, iyileşmiş, mahkeme sürecinde buna görüntüler izletilip baygın olduğu anlarda kendine yapılanları görünce şoka girmiş. Bildiğin şok... Adam o noktada kitlenmiş... Beyin telleri kısa devre yapmış anlayacağın.

Bu adam 2 çocuk babası. Beyni kendinden önce onlar için lazım... hesaplamıştık tabii 360,000 Euro mu ediyordu? Daha mı fazlaydı... Neyse... ne ise ne... bazı şeylerin para karşılığı cidden yok gerçeğine bi örnek sadece.

Kahve?



Sütlü mü?





Kaç şeker?




Kupaya yapıyorum işte...




Hadi be! Karıştırmasını da kendin yap...


Saat 02:37                  6 Ocak 2017          İstanbul                    Bahadır Gezer

 

-“Evet efendim. Evet. Dediğimiz gibi 400 metrekarelik ışın ortamımızda bir kaplanın bir geyik AD (Ahead Dimensional) ilizyonunu yemesini sağladık ve kokusunu aldığı, gördüğü, duyduğu bu ilizyon ile doydu.”

“Önemli kısmını anlatmadın.”

“Anlamadım efendim, pardon, bağışlayın; ne?”

“S*çtı mı kaplan?”

“O? O? Onu bilmiyorum efendim. Yani… Gerçekten… Bilmiyorum.”

“Sçmamışsa müsil falan verin…”



“Efendim?”

“Nevet?”

“Efendim, sonunda yaptığımız genetik çalışmalar neticesini verdi.”

“N’ptınız yine?”

“İnsanı yumurtlattık efendim.”

“Niyi halt ettiniz.”

“Yalnız bir sorun var efendim…”

“Bundan büyük sorun mu olur lan!”

“Cidden efendim, kuluçka gerçek bir sorun.”

“Vah vah… tüh tüh…”

“Bir de…”

“Bi de ne lağğn!?”

“Bir de yumurtlama işlemi su içinde olmalı, çünkü kabuklar sıvı ortam isteyen bir yapıya sahip.”

“E iyi… Yumurtadan çıkan boğulup ölüyo yani… Doğal selektiviti açısından çok başarılı olmuş bu.”

Saat 09:34         5 Ocak 2017     Bahadır Gezer                   İstanbul

Anlatırdım ama resimleri yüklemek zorladı. Sonra...

Saat 11:37           9 Ocak 2017         İstanbul                  Bahadır Gezer

Zippo çakmağı çakış esnasında arkadaşlarla muhabbet;

Çakmak taşı kıvılcımı; “Yahu ateş yanıyor zaten, niye çakıyosun halâ”

Ben: “Oluşmasına yardım ettiğin alevin seni yakması bana güzel geliyor.”

Alev: “Neeveet! Beni doğuran kıvılcım bile içime düştüğünde yanıyorrr!”

Çakmak taşı kıvılcımı: “Lan bu aletin çakmak taşını değiştirmek kasnak biliyosun. Alev yanarken çakmaya devam etme sen beni.”

Ben: “Peki kıvılcım kardeş, peki alev dost… Kalın sağlıcakla…”

 

Saat 21:58                    12 Ocak 2017                   İstanbul               Bahadır Gezer

-Yahu yeni bi olay çıkmış meğersem uzun zaman önce de ben yeni öğrendim…

Seyyar emlakçı diye bir olay varmış. Bi seyyar tezgah varmış böyle eskici/hurdacı/zırzavat ya da bazen meyvacılarınki gibi… elle itmeli…

Bu (sigarayı yanık unuttuğumu küllükte yanmakta olan filtrenin sçık kokusu burnuma gelince anlamama neden olan unutkanlığı sevmiyorum) tezgahın üstünde hani böyle reklamlara falan çıkıyo ya, öyle ev-site falan maketleri varmış seyyar arabanın üstünde… Seyyar emlakçı sokaktan geçerken bağırıyormuş “Emlakçıııı! Evler ayağınıza geldi! Emlakçıııı! Geaal geal! Metrekaresi 4000’den başlayan sıfır, gıcır, temiz, sağlam, teknolojik-ekolojik, hangi meziyeti ararsan olan evler! Emlakçı geldiaa!” diye… Kimisi camdan bakıp “Şu sağdaki bloğun sen yandaki yan cephesin fiyatları nedir?”

Cırcır böceği yatağıma uzanmamla sustu…

S: 05:43                  16 Eylül 2017                Cumartesi               İstanbul                  Bahadır Gezer

-  tepeden X yönünde akmakta olan bi nehir, ırmak, dere, çaya (demlesem iyi olur) bırakılan bir taş ile aynı boyutlardaki bi taş aynı eğimde toprak, kaya üzerine bırakılırsa hangisi hızlı gider?..

Cidden demeya çalıştığımı anlayan var mı acaba?

Ben anladım; Yanyana iki kayak olsa, biri su kayağı bir normal-kuru kayak olsa, ve ikisinden aynı anda bi topu bıraksak hangi top zemine önce varır?

Soru bu...

Fen lisesi zekası: "Metrekareye kaç metreküp ya da litre su veriliyor?" falan der...

Edebi zeka: "Topa kimin vurduğuna bağlı." diyebilir.

Müzik zeka: "Top yuvarlanamadığındaaağ, başladı sıkılmaaaağ, topu bırakda sen bin gaydırağaaağ"

Fen zeka: "Top nasıl bi top? Futbol topu mu?"

Mantıklı zeka: "Ne diyon sen ya?" der.

09:19    5 Ocak 2017                                 İstanbul                         Bahadır Gezer

Karda yapılabilecekler;

-hamam keyfi

-camları demlik buharı olmuş mekanda çay

-sıcak çikolata- kahve

-kırmızısından şarap

 

Saat 09:56 ve ben yaklaşık 15 dakika evvel eve vardım. Nereye mi gittim? Yürüdüm. Nereye? Fotoğraflar ekleyeceğim birazdan… Anlarsınız. Fotoğraf makinemin pillerinin tam da Boğaz kıyısına inip yüzlerce martıyı denizde oturmuş halini gördüğümde bitmesi belki de iyi oldu. Öbür türlü belki biraz fazla fotoğraf çekerdim.

Uyumaya geri dönecektim saat 06:00 civarlarında, ama onun yerine “Çıkayım, yürüyeyim” dedim.

Üsküdar’da otobüs beklerken -ki ben yaklaşık 1 saat bekledim- yanımda ki abi, “Ben hastaneye gidiyorum, reçetemi yazdırmam lazım.” Dedi. Konuştuk biraz. Otobüs seferlerinin azlığından yakındı. “İETT illa büyük otobüsler kullanmak zorunda değil. Bu tür hatlar için daha küçük otobüsler kullanılıp, sefer sayısı artırabilir.” falan dedik. Mutabık kaldık.

Tabii yeni otobüsün bu karda ki performansı beni büyüledi. Bundan 20 yıl evvel İkarus otobüsten 20 kişi inip otobüsü ittiğimiz zamanı düşününce, bugünkü durum iyi.

 

 

Farklı bir mevzu; bundan yaklaşık 3-4 ay evvel evin perdesini sabah açtığımda, açar açmaz gördüğüm ilk şey bir taksi oldu. Plakası; 34 TEK 01. Tek bir yani! Sabah sabah “Allah-u ekber” diyebildim kalkar kalkmaz. Ağzımdan çıkan ilk cümle bu oldu o gün. Birkaç taksiciye anlattım bu olayı. Yahu nasıl bir şanstır o arabayı kullanmak. O nasıl bir andı öyle? Şimdi bile tüylerim diken diken oluyor.

 

Fotoğrafları paylaşayım, belki bir iki şey daha anlatırım. Ama önce annemle, babamla bir kahvaltı yapayım. Biraz sürebilir. Çünkü çok çay demledik ki sofrada uzun kalalım. Simidimiz, ekmeğimiz, poğaçamız da var çok şükür. Nispet anlamında değil yav. Bu arada ben Üsküdar’a yürüyüp taze sıkılmış portakal suyu da aldım.

 

Görüşürüz…

 

10:07      9 Ocak 2017                       İstanbul                    Bahadır Gezer

Cırcır böceği tekrar başladı... Lan bu ben ne zaman sesine alışıp mayışsam susup dengemi bozup yeniden uyandırıyo cırcırlamasını beklememe sebep olaraktan... Bu ne lan! Cırcır edeceksek et cırcır! Ama cırcı edip beni zıvanadan çıkarma!

Saat 03:23   16 Eylül 2017   Cumartesi   İstanbul ve ben Bahadır evin bahçesindeki cırcır böceğine internet üzerinden mesaj yolluyorum...

Yalnız iyi cırcır... Bak artık aralıksız cırcırlıyosun ama böylede kolay av olursun... tikkat bence...

"Cırc!"

Vay be "cırcı" bile demedi.

Saat 03:24   16 Eylül    Cumartesi           İstanbul            Bahadır Gezer