2023 © bahadirgezer.blog/zehirzemberek Her Hakkı Mahfuzdur.

zehirzemberek.com

İlim 4

-İlk olarak Dünya dışı canlının keşfedileceği yerin Ay olacak olması ihtimali hiç düşünülmüyor mu? Yani bir insan yumruğu büyüklüğünde bir meteor yıldızlar ötesinden Güneş Sistemi’ne girip Dünya’nın çekimine kapılıp Dünya atmosferine girdiğinde cayır cayır yanıyor sürtünmeden dolayı. Halbuki bu bahsettiğimiz yumruk büyüklüğündeki meteorun içinde ufak kurtçuklar vardı. Uzaydan gelen canlı organizmalardan bahsediyorum burada. Dünya’ya giriş esnasında hepsi cayır cayır yanıyor. Külleri bile kalmıyor.

Ancak bu durum Ay’da böyle değil. Ay’da bir atmosfer yok. Meteorlar oldukları haliyle düşüyorlar Ay yüzeyine.

Yahu bu tür mevzular bizi aşar be. Yani Ay’a robot göndereceğiz de bu robot düşen meteorları analiz edecek falan. İran Ay’a Türkiye’den daha yakın. Roket sanayilerini hızla geliştiriyor Farsîler.

İlim ekonomik olmalı. Şimdi bu proje için yatırım yapan bir devlet eğer canlı bir organizma ya da bir tür bitki tohumu falan bulursa bu o devlete ne katacaktır? Prestij tamam. Ancak canlı nezdinde ne katkısı olur bunun? Ayrıca ya 50 yıl geçse bile canlı falan bulunmazsa?

Ya bir solucan bulunursa? DNA’sına bakıldığında aynı canlının Dünya’da da bulunduğunu görmek. Bu durumda Dünya’daki kompleks canlı formu oluşumunun uzayın farklı bir yerinden buraya ulaştığı anlaşılır falan.

“Abi Amerika’nın elinde sadece Ay taşı değil, daha fazlası var. Bir tür bitki fosili. Dediğin gibi solucanlar…”

Ne diyorsun? Cidden mi?

“Abi bu uzaylı canlı genetiği acayip bir şey. İnsana zerk olduğunda faydalı mutasyona sebep oluyor. Hiçbir hastalık tesir etmiyor. Hücre yenilenmesi olabileceği en iyi şekilde çalışıyor. 200 yaşına kadar yaşıyor insanlar.”

Ne diyorsun? E niye kullanılmıyor bunlar?

“Uzun vadeli etkilerinin tam gözlemlenebilmesi için en azından bir yüzyıl beklemek ve 3. Jenerasyon’un sağlık kondisyonunu analiz etmek gerekebilir.”

Yüzyıl uzun zamanmış be. Bir de biz uzaylı canlıyla tanışacağımız zaman böyle biraz insanî olan, ağzı, burnu, bacağı, kolu, kafası olan bir şeyler tasavvur ediyorduk genelde. Yani uzaylıyla tanışmanın bir solucanla tanışmak olması biraz moral bozucu.

“Bu canlılardan biri çok tehlikeli. Biz ona toprak çekirgesi diyoruz. Toprağı yiyor bu mahlukat. Hem de çekirge gibi hızla çoğalıyor. Şöyle söyleyeyim: Erciyes Dağı’nı 3 gün içinde dümdüz edebilecek canlılar bunlar.”

Oha! Öldürseydiniz ya!

“Olmaz. İlim adına buna izin verilemez.”

İlim mi şimdi bu? Adam deney yapıyor kendi laboratuvarında. İşler ters gidiyor ve bir patlama oluyor. Dünya’nın çeyreği havaya uçuyor falan. İlim mi şimdi bu?

 

-İlmin İstanbul’daki haliyle ilgili bir anı paylaşımının ilgi çekici niteliği olabileceğini düşünüyorum:

Gün boyu kahvede oturan insan tipinin varlığından halâ herkes haberdardır diye tahmin ediyorum. Bazı vatandaşlar alırlar bulmacalarını, mahallenin kahvesine gider ve orada saatlerce otururlar. İskambil, bilardo falan. Daha sonra Playstation’da geldi. Ama çoluk çocuk doluşmaya başlayınca mekana kaldırıldı bu Playstation.

Ben kahvede genellikle yanımda getirdiğim bir kitabı okurdum. Bir süre sonra ne okuduğuma bir çok kişi bakar. Kahveci Işık Abi bile “Neymiş o koskoca kitap? Osmanlı gemileri mi? İyiymiş.” deyip sayfalardaki resimlere ve haritalara ilgiyle bakardı falan. Bu arada buraya takılan Gecekondu diye anılan evsiz Ali Abi var. Bu adam gün boyunca en fazla iki çay içer. Işık Abi ondan para falan almaz ama Ali Abi utandığı için çayını zamana yaya yaya içer. Bu arada besin kaynağı olsun diye her bardağa 5 tane şeker alırdı. Işık Abi buna bir anlam veremezdi. “Şerbet içiyorsun sen resmen.” derdi. Bir gün Ali Abi dedi ki; “Işık, çay dolu bir çay bardağı en fazla kaç şeker alır?”. Tepki nereden bileyimceydi. Ve fakat konu kahve ahalisinin ilgisini bir anda çekti. Bardağa çay konuldu ve küp şekerler sırayla atılmaya başlandı. Her şekeri atışımızda karıştırıyorduk. 10 tane atılıp karıştırıldığında çay halen taşmamıştı. Şok olmuştuk. Boş bardağa bile bu kadar şeker sığmazdı. Ali Abi “Allah’ın hikmeti.” diyerek olayı bağladığında on altıncı şeker atılıyordu.

Yani İstanbul’da bu tür ilmî hareketlenmeler mevcuttur. Kendimizi çok hor görmeyelim.

 

-Edebiyat sanat ile ilmin kokteylidir. Edebiyatın kabiliyetleri içinde bulunduğumuz dönemde tam olarak kullanılabiliyor diyemeyiz. Harflerin, kelimelerin, cümlelerin ve anlatıların insan davranışları ve reflekslerini yönlendirmede gerçekten etken olabilmesi ihtimali yeni yeni araştırılmaya başlanan bir mecradır.

Şöyle diyelim: Bazı eski yazıtlarda “Hayalet Kitap”lardan bahsedilmektedir. Anlatılara göre bu kitapları okuyunca bir hayalet serbest kalmaktadır. Bu bu kitabın hayaletidir. Bu kitabın ortaya çıkabilmesi için kitap elden bırakılmadan başından sonuna okunmalıdır. Okuma sonlandığında sadece okuyucunun görebileceği bir hayalet hayatının her merhalesinde okuyucunun yanında durur.

Kitap okurken çarpılan insan gerçeği vardır. Bu kitaplar genellikle beklenmeyen yerlerde bir anda insanın karşısına çıkabilir. Örneğin Kadırga’da bir yürüyüş esnasında bir dükkanın vitrininde bir not defteri gördüm. Ya da şöyle diyeyim; ben bunu bir not defteri sandım. İçeri girdiğimde bunun 22 sayfalık bir el yazması olduğunu gördüm. Osmanlı Türkçesi yazımı ile yazılmıştı. Bazı sayfalarında muhteşem güzellikte desenler ve minyatürler vardı. Bunu alabilecek param yoktu. Bunu anlatmamın sebebi; bazen beklenmedik zamanlarda beklenmedik kitaplar karşınıza çıkabilir.

Okuyucunun zihnine hükmetme ve hatta onu köleleştirme yetisine sahip yazıtlar mevcuttur. Bunları tariflemek için genellikle “büyü” kelimesi kullanılır.

Bazı kitaplar okuyucudan teslimiyet bekler. “Ben ne dersem yapacaksın.” modundadır bazı yazılı eserler. Bu tür kitapları toplayıp arşivinde saklayan ultra zengin insanlar vardır.

Bu hayalin ilmidir. Araştırılası bir sahadır. Türk Edebiyatı bu mecrada oldukça zengindir.

 

-Dünya’nın en küçük robotu. Hangi amaç için kullanılır acaba? Tarım? Madencilik? Muhaberat? Emniyet? İnşaatçılık? Ekrandaki bir piksel boyutunda, örümcek vücutlu bir robot yapsak. Tabii bu robot olduğu için gelişebilir yapay zekaya sahip olacaktır. Bu durumda insandan komut alır ve görevleri yerine getirir bir üsluba sahip olacaktır. Bu robotlardan trilyonlarca yapıp tarımsal araziye salınca tüm bitkileri yoğun bakıma almışçasına bir bakım altına alıyor bu robotlar. Mikro böcekler gibi. Solucanlar gibi. Toprağın kalitesini ve bitkilerin motivasyonunu yüksek tutacak her şeyi yapıyorlar. Güneş enerjisi ile çalıştıkları için sen de 50, ben diyeyim 100 sene çalışabilirler.

Bir piksele yapay zeka nasıl sığar? Hem de bacakları falan var.

Çöp öğütümünde kullanılmaları muhtemel olabilir. Unutulmaması gerek; bu robotları yapmak için bir fabrikaya ya da atölyeye ihtiyaç yoktur. Boyutları çok küçük olduğu için basit bir 3D Yazıcı ile ortaya çıkarılabilirler. Trilyonlarca.

Küçüğü mü faydalı, büyüğü mü tartışması başka mecralara kaymaya çok müsait olduğu için bir sonraki anlatıya doğru yönelmek doğru olacaktır.

 

-Ya anlamıyorsunuz! Adam bunu damlataş mağarasında bulmuş. Girilmesi yasak kısma girip gidebildiği kadar derine gitmiş. Bir insanın zar zor sığabileceği genişlikte bir tünelde sürünerek daha derinlere inmiş ve nihayet karşısına üç yeni ve fakat daha geniş tünel çıkmış. Bu aslında bir labirent sistemiymiş. Bunun farkındalığı adamda hemen oluşmuş. Tedbir olması amacıyla belli yerlerde duvarlara yön belirtici sinyaller yazmış. Fazla uzatmayayım; bu adam bir hazine odasına ulaşmış. Burada altın, safir, yakut, zümrüt, elmas, inci ve daha aklına ne gelirse varmış. Bunun yanında bazı parşömenler dikkatini çekmiş. Bunları incelemeye başlamış ve bir define haritasına bakmakta olduğunu anlaması uzun sürmemiş. Ancak bu define Dünya’da bir yeri işrat etmemekteymiş. Bu define Jüpiter gezegeninde bir vadiyi tarifliyormuş. Hazinenin vaadi "İnsanlık Evren’in en üstün uygarlığı olacaktır.” imiş. Burada bulunacaklar insanlığı geleceğe hazır hale getirecek ve insanlık için huzur, zenginlik, refah ve barışın temini için müthiş fayda sunacaktır.

 

-Genetik Parklar açılmalıydı. Hayvanat Bahçesi gibi. Genetiği ile oynanmış mahlukatın teşhir edildiği bir Genetik Park. Farklı canlıların DNA’ları birbiriyle eşleştirilince ortaya çıkan mahlukatlar.

Örneğin genetiği ile oynanarak normalden 8 kat daha fazla büyüyen fil. Bildiğin dinozor gibi bir şey. Genetik Park demek “Öcüler Diyarı” demek değildir. Endüstriyel amaçlı kullanım için insan boyunu aşan ebatlarda patatesler. Ve daha nice mutant burada sergilenebilir. Hem bu bizi Dünya’ya iyi gösterir. Teknolojik kabiliyetlerimizin yüksek olduğu izlenimi ortaya çıkar ki bu da uluslararası prestij demektir. Bu ise daha sağlam ekonomi, daha sağlam politika demektir. Yani faydalı olacağını kestirmenin güç olmayacağı bir olay bu.

 

-Dünya bir anda değişse ve günler 5 saat kısalsa; adaptasyon sorun olmazdı gibi geliyor bana.

 

-Yani tamam, biliyorum; Uluslararası Uzay İstasyonu’nda sigara içilemez. Ancak sadece deney olması için bir sigara yakamaz mıyız? Dumanın hangi yöne gideceğini görmek için.

 

-Makro ve mikro buz üretebilmek insanlık için çok faydalıdır. Şöyle örneklendirmek gerekirse;

Mentollü bir draje şeker paketinin benzerinin içinde özel bir solüsyon var. Papyon şeklindeki paket açıldığı anda bu solüsyon hava ile temas ediyor ve bu temastan ötürü anında bir küp buza dönüşüyor. Su buzu hem de. Tabii bulunduğu ortamın sıcaklığına göre normal bir buz gibi erimektedir. Ancak çöl sıcağında su bardağının içine atmak için buz sağlaması açısından oldukça güzel bir buluş sayılabilecektir.

Daha büyük ölçeklere gelmek gerekirse; Fırat ve Dicle’nin denize döküldüğü deltada, suyun içinde sayısız sünger vardır. Bu süngerler nehir boyunca sürüklenerek buraya gelen süngerlerdir. Asıl doğalarında tercih ettikleri su tatlı sudur. Ve ancak nehir onları delta üzerinden denize taşıdığı için kıyı şeritleri boyunca ve suyun aşırı derin olmadığı yerlerde yaşamlarını idame edebilmenin gailesindedirler. Bu süngerleri özel yapan şudur: Tatlı su sever oldukları için içinde bulundukları tuzlu deniz suyunda suyun tuz seviyesini azaltıcı filtreleme yapmaktadırlar. Yani bu süngerler sudaki tuz seviyesini düşürmektedir. Eğer bu süngerleri Arktik bölgesine taşıyabilirsek ve soğuk su ortamına adapte olmalarına ön ayak olabilirsek kutup dairesindeki suyun tuz seviyesini azaltacaktır. Bu ise buzullar için daha yavaş bir erime demektir. Hatta belki erime ortadan kalkıp tekrar donma süreci bile başlayabilir.

Büyük ölçekte buz deyince tabii ki akla hemen Güney ve Kuzey kutbu geliyor. Deniz mayınının ne olduğunu herkes biliyor. Bir girişimci firma tıpkı deniz mayını gibi bir şey yapıyor. Tek fark; bu patlayıcı bir bomba değil, bu bir dondurucu. Bunu suya soktuğunda 500.000m³’lük bir alandaki tüm suyu donduruyor. Tıpkı savaş halinde denize döşenen mayınlar gibi, bunlardan yüzlercesi kutuplara yerleştiriliyor. Sonuç muhteşem.

 

-Akvaryumculuk ileri uzay yerleşim teknolojilerinin temeli midir?

 

-Yerçekimi büyülteci mümkün müdür? Eğer olursa, Dünya’nın atmosferi dışında, yörüngedeki araçlarda yerçekimi deneyimleyebiliriz. Bunu yaparsak aynısını farklı gezegenlerde de yapabiliriz. Yıldız sistemine girdiğimizde, söz gelimi Güneş’in çekim kuvvetini çarpıp odaklayarak aracımızda yerçekimi sağlayabiliriz.

Yerçekimi büyülteci

“Büyüteç mi yani?”

Benziyor, ama tam değil.

 

-Küresel ısınmayı Güneş’in ısınmasına ya da Dünya çekirdeğinin ısınmasına yoruyorlar. Dünya’nın çekirdeğini soğutmanın mutlaka çeşitli yolları olmalı.

 

-Geleceğe yön verecek endüstri dallarından biri olarak “dönüştürme” görünüyor. Dönüştürme faaliyetinin en ekonomik çıktısı petroldür. Bizi şaşırtabilecek farklı atıklar bir araya geldiklerinde petrole dönüştürülebilmektedir. Muz kabuğu + plastik su şişesi + gazete kağıdı + ayçiçek yağı + kola dönüşüme girdiğinde hatırı sayılır miktarda petrol ortaya çıkarabilmektedir. Suni geliştirilen bu petrol elektrik santrali hammaddesi olarak kullanılabiliyor.

Çöpümüzü değerlendirip dönüştürdüğümüzde sayısız alanda ürün geliştirme yetisine kavuşabiliyoruz. Çöpümüzü dönüştürüp gübre yapabiliyoruz, çöpümüzü dönüştürüp yapı boyası üretebiliyoruz.

Borsamızda şimdilik bir geri dönüşüm firması yer almıyor. Hatta BİST’te herhangi bir atık değerlendirme kurumuda bulunmuyor bile denilebilir. Olursa iyi olacağını tahmin etmek zor olmasa gerektir.

 

-Dünya soğuyor olsa çok daha iyi olmaz mıydı? Yak koca bir ateş, ısınsın.

 

-Bilgi bazen korkunçtur. Örneğin Güneş’te meydana gelen deliklerin fotoğraflarına internette bakıldığında sanki Güneş ortadan (Allah muhafaza) kalkıyormuş gibi görünüyor. Oldukça ürpertici bir görüntü.

Örneğin “Neptün kendi etrafında dönüş süresi aniden 5 saniye uzadı.” Bunu duyduğunda bir ürperti olmaz mı?

Aslında astro dengelere baktığımızda incinmeye o kadar müsaitiz ki bu kötü ihtimalleri düşünmeyi bile istemiyoruz.

 

-Bence kutupları kutup ayıları, foklar ve penguenler kurtaracak.

 

-Adam şu ülkeye gidiyor ve ender bulunan bir tür bitkiyi kırlarda yürürken alıyor. Kendi ülkesine götürüyor. Laboratuvarda bitki çoğaltılıyor. Ve tabii oldukça önemli işlere yarayan bir bitki bu. Sunduğu biyolojik ve kimyevi bileşenler kritik mecralarda ehemmiyetli iş gören bir bitki. Peki şimdi soru şu: Bu adam hırsızlık mı yaptı? Kırda dolaşırken bir çiçek koparmak hırsızlık mı?

Millet olarak maalesef bazı değerlerimizi ancak onlar çalındığında fark edebiliyoruz.

Eskiden ve hatta ulus olarak İslamiyet’e erişimizden evvel ahalimizin içinde otlara, bitkilere merak salan ve bunu yaşam amacı edinen Türkler var idi. Adam 9 yaşından beri bozkırda gördüğü her yeni bitkiden bir tane alıp kefeler içinde bu bitkileri saklıyor. Yıl M.Ö. Ve bu Türk’te 1000’i aşkın ot, yüzlerce tohum bulunmaktaydı. Aynı heves İslamiyet ile daha da yoğunlaşmış ve artmıştır. Âlimler kendi kişisel bitki arşivlerini oluşturmaktaydı ve lokman hekimlik başlamıştı.

Ve fakat bize bir haller oldu. Türk Osmanlı Devleti’nin yıkılışı bizde yüzyıllarca sürecek bir travma yaptı. Bu bir gerçek. Türk Milleti olarak olabileceğimiz en üstün mertebeyi yaşamış ve geride bırakmışız gibi bir his veren bir duygu bu. Bu travmadır ki ilme, sanata, hayata ve varlığa ilgimizi azaltmıştır. Cumhuriyet bu esnada imdada yetişerek ayakta durmamızı sağlamıştır. Yeni bir soluk, bir heyecan gelmiştir milletimize. Ancak buna rağmen artık kişisel ideallerinin peşinde koşabilen vatandaş sayımız oldukça azdır. Kimse bir şaman misali kendini kırsala vurup toplayabileceği kadar fazla sayıda türden bitki falan toplamamaktadır. Bunlar özel yapılmış ve kimi sıcak kimi ise derin dondurucu etkisine sahip ortamlarda korumaya alınmamaktadır.

Buna niyetlenen neredeyse herkes “Yahu bu çalışmalar zaten yapılmıştır. Şimdiye kadar bulunmayan bir şey bulamayacağım net.” diyerek bu faaliyetten caymaktadır. Halbuki bu doğru değil. Yaptık sanıyoruz. Yapılmıştır sanıyoruz. Ve fakat ortada bunları yapan yok. İnternette basit bir sorgulama yapıldığında Anadolu'da 10.000 türden fazla bitki yetiştiği bilgisi ile karşılaşıyoruz. Aslında sayı 14.566 gibi kesin bir sayı olmalıdır. Eğer bilinen bilgi “10.000 civarında” diyorsa bu bu konuda çalışma ve araştırma eksikliği var demektir. Aynı sorgulama ABD coğrafyası için yapıldığında “20.000 civarı bitki türü ABD’de yaşamaktadır.” deniliyor. Yani Amerika’da konu hakkında kesin netlikten uzak kalmış vaziyette.

Evet, Amerika acayip acayip deneyler yapıyor. Tavuk yumurtasının içine fasülye tohumu yerleştirip filizlenen bitki üzerinde gözlemler yapmak falan. Ve ancak yinede tüm bitki türleri yelpazesini biliyoruz diyemiyoruz.

Mevcut bankaların akademik çalışmalar için verdikleri kredilerin miktarının utanç verici olduğunu unutmamak gerekir. İlmi finanse etmeye gönüllü herhangi bir yapı bulunmamakta. Araba almak için, ev almak için, dükkan açmak için, tedavi için krediler alabiliyoruz ve ancak “ilmi çalışmalar ve araştırmalar için” diye bir kredi duyuldu da biz mi duyamadık acaba?

Adam hırsızlık mı yaptı o bitkiyi götürerek? Yoksa bu insanlığın hayrına bir davranış mıydı?

 

-Aslında tüm çaba Yaradan’ı bulmak, O’na gidebilmek değil mi?

Beşeri bir yolculuk ile Yaradan’a kavuşmamızın bir imkanı var mıdır?

Yıldızlardan daha uzak yerlere gidilince varılabilecek midir yanına? Ya da köyden kasabaya yaptığın 20km yürüyüş esnasında O’nun huzur veren elini başının üzerinde hissedebilir misin?

Yürüyüş esnasında meditasyon nasıl olur? Varlık sürekli hareket halinde olduğuna göre hareket halinde oluş gerçekliğin kavranmasını kolaylaştırabilir. Bunun yanında bütün Alem sürekli devran içerisinde olduğu için bu Evren’in her zerresine dokunabilmenin tek yolu tamamen durabilmek, tamamen sabit olabilmektir. Çünkü bu olduğunda tüm Alem bünyemizden geçip gidecektir.

Yine de hareket halindeki fezanın ritmini yakalamak için hareket halinde olmak daha mantıklı gelebilir.

 

-İnsan üstün varlık mı?

 

-Bir evrensel işgal senaryosu: yaklaşan bir gemi ya da herhangi bir tehdit yoktur. Bir anda tüm Dünya’da her insanın yanında kendisinin aynısı belirir. “Bundan böyle ben senim.” der sanal varlık. Bunun ardından bedeni çalar. Böylece insanlık saniyeler içerinde imha olur ve yeni insanların devri başlar.

 

-Bazı insanları saklıyoruz. Hiçbir dış kuvvetin erişemeyeceği yerlerde. Eğer insalık tehlikeye girerse bu insanların türümüzü yaşatması ümidiyle. Ancak bu insanlar dış Dünya ile temas kuramadıkları için oldukça mutsuzlar. Yedek insan olmak gibi bir durum.

 

-Sıradaki konu gerçekten çok önemli. Türkiye’nin gücünü artırması ve insanlık adına faydalı bir çalışma hakkındadır anlatılacak olan proje. Mevzu şu:

Mikro uydular.

Şimdi basit ifade ile ve oldukça kaba bir biçimde olayı şöyle özetlemeye çalışalım: 1960’lı yıllarda Ramazan Paketi büyüklüğünde bir uydu uzaya gönderiliyordu. Bu uydu teleskop ile Dünya’yı gözlüyor ve ayrıca radyo dalgalarını yansıtıp geniş coğrafyalara sinyal gönderebiliyor ve yani iletişimde çığır açıyordu. O zamanlar ki uydular Dünya yörüngesine yerleştikten sonra teleskoplarını Dünya’ya çevirdiklerinde en fazla 10m² genişliğinde alana kadar görüntüleme yapabiliyorlardı. Bugün, 2023 yılında uzaya yerleştirilen bir Amerikan uydusu Dünya’da dolaşmakta olan karıncaya kadar görüntüleme yapabiliyor. Yani uyduların ne kadar geliştiğini anlatmak değil amaç. Şöyle bir gerçek var ki; 1960 yılında bir Ramazan Paketi büyüklüğünde bir uydunun yaptığını bugün sadece bir akıllı telefon büyüklüğünde bir uydu gerçekleştirebilmektedir. Evet; artık uyduların öyle çok büyük olmalarına falan gerek yok. Bu çok önemli. Çünkü Dünya’dan uzaya gönderilen her kilonun maliyeti astronomik seviyededir.

Eğer mikro uydu yapımına odaklanırsak minare büyüklüğünde roketlerle bunları uzaya taşıyabiliriz. Uydular pek çok farklı alana odaklanabilir. Örneğin bir uydu Dünya’yı sürekli termal görüntüleme yoluyla izler. Bir başka uydu Dünya’nın hologramik görüntülemesini sağlayarak nerede hangi maden var gösterir. Bir başka uydu balık sürülerinin nerede olduklarını izler. Bir başka uydu Dünya atmosferinin kimyevi dengesini koloçan eder. Bir başka uydu sürekli sınırları izler. Başka bir uydu ise farklı ülkeleri izler. Farklı bir uydu radyo, internet bağlantılarının küresel olarak sağlanımı için hizmet verir. Yani örneklerin sonu gelmeyebilir. Uydular faydalıdır. Ve üretimleri 1960’ta yapılmasından çok daha kolaydır.

 

-Mars’a yolculuk projesi için geri dönüşsüz seyahate gönüllü olanlar arasında çekiliş bile yapıldı. Gidenlere (yani gidecek olanlara) enayi gözüyle bakıldı. Asında şöyle bir gerçek var desek: Dünya 10 yıl içinde kesinlikle yaşanmaz olacak. Asit yağmurları, aşırı sıcak, susuzluk ve daha nice sebep Dünya’yı yaşanmaz yapacak. Hayatta kalan yegane insanlar Mars’a gitmiş olanlar olacak. Mars’ta bir koloni kurmak zor. Ancak Dünyasız bir Mars’ta koloni kurmak daha zor.

Peki Mars’a gidecek onca milletten insandan hangisi Mars’a ilk ayak basan olacak? Ben bu kişinin bir kadın olması taraftarıyım.

 

-İlimde saçmalığa yer var mıdır?

Eğer karıncalar uzaya çıkmayı başarsalardı, bundan haberimiz olur muydu? Kendi aralarında ticaret yapıyor olsalar ve hatta bir yazıları bile olsa, bunları fark edebilir miydik?

 

-Fen bilimlerinin aslında hayatın gerçek dışılığını kanıtladığının idrakinde olmanın verdiği hayal kırıklığı ve rahatlık…

 

-İnternetin aşırı dolması mümkün müdür? İnternet ağı daha fazla bilgi alamayacak kadar dolabilir mi?

Böyle bir ihtimalden bahsetmek bile kimine garip ve komik gelebilir. Peki basit algı ile şöyle düşünsek: Dünya’da toplam 1.500.000 km uzunluğunda fiber optik kablo vardır. 1 mm kabloya 500GB data sığabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında internetin aşırı dolması çok zordur ve ancak imkansız değildir. Fiber optik kablo ağının yeni bilgiyi hareket ettirebilecek kapasitesi kalmadığında sistem kilitlenecektir.

Neyse ki iletişim ağları yalnızca kablolardan ibaret değil. Vericiler, alıcılar, uydular var. Ve fakat tüm iletişim aygıtlarını toplasak, ortaya yine bir limit çıkıyor. Yani uydulardan 1 saat içerisinde geçiş yapabilecek bilginin/dosyanın miktarı bellidir. Bu durumda interneti Dünya’daki karayollarının tümüne benzetebiliriz. Eğer yola çıkacak arabaların hepsinin uzunluğu yolların uzunluğundan fazla olursa netice bellidir: trafik kilitlenir.

Eğer internete onu tıkayacak büyüklükte dosyalar yüklemesi yaparsak ve tüm iletişim ağının taşıyabileceğinden daha büyük bir dosyayı internete yüklersek belki de interneti kapayabiliriz.

“Aşırı yükleme” diye bir şey var. Dünya’daki tüm internet kullanıcılarına özel bir dosya göndersek… Sonra Dünya’daki tüm internet kullanıcılarının aynı vakitte bu dosyayı internete yüklemelerini sağlasak…

 

-Yer Güneş Sistemi’nin dışı. Herhangi bir yıldız etkisinden yoksun saha. Uzay boşluğu burada görünmez bir akıntı oluşturuyor.

 

-Kokusuzluğun kokusunu aldınız mı hiç? Her gün uyandığımız bu Dünya aslında kokmaktadır. Ancak biz sürekli içerisinde olduğumuz için bu kokuyu ayırt edemiyoruz. Gerçek anlamda kokudan tamamen arındırılmış bir yere girip kokusuzluğun nasıl bir şey olduğunu öğrenmeyi hiç arzulamadınız mı?

 

Bugün   8 Haziran 2023   Perşembe   03:00      İstanbul    Bahadır Gezer