Babam Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Gezer'in yazdığı "Müzik Terapisi Ders Notları"isimli kitap ilginize sunulmuştur:
Eylül 2021’in üçüncü haftasında Türk futbol klüplerinin uluslararası turnuvalarda ne yaptığının özeti şöyle belki basitleştirilebilir: 3 takımımız mücadele etti. Toplam alınabilecek maksimum puan hep beraber 9 idi. Üç maç oynandıktan sonra takımlarımızın toplam olarak elde ettiği puan 4. Beşiktaş mağlup olup sıfır çekti, Galatasaray galip gelip 3 puanı aldı, Fenerbahçe son anda galibiyet kaçırıp beraberliğe razı oldu ve 1 puan aldı. Takımlarımızın topladığı puan 9’un yarısını geçmiyor. Eğer örneğin Beşiktaş’ta en azından 1 puan alsaydı topladığımız puan 5 olur ve dolayısıyla %50’nin üzerinde olurdu. 5 dokuzun yarısından fazladır.
Kendimizi nedense fazlasıyla başarılı bir hafta geçirmişiz gibi hissedenler olduğunu görüyorum. İlginç bir travma.
Galatasaray’ın galibiyeti fazlasıyla önemli. Artık şaka bir yana futbol yeteneksizi olduğumuza ikna olmanın kenarında dolaşırken Lazio gibi güçlü bir takıma karşı alınan galibiyet bize ilaç gibi oldu.
Şampiyonlar Ligi’nde ise durumlar değişik. Eskiden Şampiyonlar Ligi’ndeki tüm takımlar finalleri hedeflerlerdi. Artık durum biraz farklı. Artık ezici üstünlüğü olup kupayı hedefleyen takımlar var. Bunların yanında bir sürpriz yapabilmeyi kovalayan takımlar var. Bir de Şampiyonlar Ligi’nde rezil olup madara olmamak için mücadele eden takımlar var. Bu üç kategoride biz neredeyiz, nereye gidiyoruz?
Şunu hiç tartışmıyoruz: Yahu Türkiye’nin Şampiyonlar Ligi’ne takım gönderememe ihtimali var. Yani Millî Lig’imizin şampiyonu Şampiyonlar Ligi’ne katılabilmek için ön eleme mücadelesi yapmak zorunda kalabilir. Böyle bir durum var. Şampiyonlar Ligi giderek çok gelişmiş ülkelerin sportif açlığını giderdiği elit bir turnuva halini alıyor. Türkiye 1 takımı zor gönderiyor, İngiltere 4 takımla katılıyor, Almanya 3 takımla, Fransa 3 takımla, İtalya 3 takımla… Örneklendirmedir bunlar. Yani ekonomik mertebesi küresel lokomotif olan ülkeler bu yarışın içinde. Bu devlet prestiji demek. Bu yüzden Rusya bu turnuva ve Avrupa Ligi turnuvasına kuvvetli asılıyor.
Futbol ekonomisi için çeşitlilik gerekli. Hiçbir Afrika ülkesinin finallere kalmadığı bir Dünya Kupası herkes için kayıptır örneğin. Türkiye İslam’ın çağdaş, ilkeli, demokratik, özgür oluşunun duruşunu sergiler. Ve futbol dünyasında güçlü sayılabilecek başka bir İslam ülkesi yoktur. Uluslararası turnuvalarda Müslüman bir ülkenin olmayışı tüm futbol camiası için kayıptır.
Hayâllere dalmıştım… Hollanda ve Norveç’i yenerek Avrupa Şampiyonası’nda belirlenen çıta hakkında herkese fikir veren Türk A Millî Futbol Takımı Avrupa Şampiyonası’nda en az yarı final görür… Bunun ardından ilk defa Müslüman bir ülkede düzenlenecek olan Dünya Kupası’nda Müslüman bir ülke olarak belki ilk defa kupa kaldırabilir. Bu Dünya üzerinde milyarlarca Müslümanı sevindirecektir. Abartmıyorum: radikal terörizmde azalma olacaktır. Herkes bu durumdan olumlu etkilenecek ve tüm Dünya’nın morali yükselecektir.
Bazı ülkeler Dünya Kupası’na ev sahipliği yapabilmek için, önce bu kupayı kaldırmak zorunda kalmışlardır. Türkiye’de Dünya Kupası ya da Olimpiyat yapılmamasının sebebini hepimiz biliyoruz: güvenlik. Kalkıp “çünkü insanlar bizi sevmiyor.” demek saçma olur. Asıl sebep güvenlik. Türkiye doğal bir terör hedefidir. Ayrılıkçı terör vardır, ideolojik terör vardır, bağnaz yobaz radikal terör vardır, sivil-siyasi terör vardır. E şimdi burada Dünya’nın en güzide turnuvalarını düzenlemek büyük risk değil de nedir?
Eskiden bazı turnuvalar son şampiyon kimse onun evinde düzenlenirdi.
Konudan konuya zıplamıyorum. Aslında işlerin iyi gitmediğini söylüyorum.
Galatasaray’ın attığı golde Lazio’lu defans futbolcusunun karşıladığı ortayı anlamsız bir biçimde hiçbir Galatasaraylı’nın olmadığı yere kesen Galatasaraylı futbolcu bu pasında topa iki defa falso verdi. Yani top havada iken önce sola sonra sağa meğletti. Kalecinin topu yumruklamak yerine plonjon etmeye çalışması ise şundan: Stattaki herkes top yükseldiğinde bu topun gol falan olamayacağına ikna oldu ve herkes bu pozisyonu önemsemedi. Kalecide bu algıdan etkilenip topa kolay top muamelesi yaptı. Top ise kalecinin ellerine değdi, kafasına yüzüne sürtündü, sonra göğsünden beri kaleye girdi. Tekrarlanması zor bir gol oldu.
Fatih Terim maç sonrası basın konferansında kısa sayılmayacak biçimde İtalyanca konuştu. Ama “Everything is something. I don’t look back, i look front.” İngilizcesi kıvamında bir İtalyanca mı anlayamadım tabii… İtalyanca akıcı dil… Konuştukça konuşası gelir insanın… Condorno bonepare… Ne ki şimdi bu? Oyuncak dil gibi bir şey.
İtalyan futbolcu Materazzi’ye Znedine Zidane kafayı nasıl oturtmuştu? Artık öyle pek kavga olmuyor sahalarda. Olmasın tabii. Ama bir futbolcu Ronaldo’ya ya da Messi’ye kafa atsa baya bir meşhur olur aslında.
“Sayın seyirciler, son maçında Messi’ye kafa atıp sakatlanmasına sebebiyet veren futbolcunun bonservisi bir anda katlandı!” minvalinde haberler. Gerçi kim Messi’ye kafa atan bir herifi takımında görmek ister ki?
Galatasaray’da herif gitti kendi takım arkadaşını yumrukladı. Hem de antremanda değil. Futbol adil bir spor ise o kişinin kariyeri o yumruklarla sonlanmalıdır. Misafiri olduğu ülkenin futbolcusuna böyle bir şey yaptıktan sonra güvenle insan içine karışabiliyorsa bu kişi; bir arıza var demektir. “Futbolcu ziyan edecek lüksümüz yok” diyorsun da “etik, ahlâk kaybedecek lüksümüz yok” niye demiyorsun? Niye mahkemeye, UEFA’ya, FIFA’ya tahkime gidip o kişinin hayatı boyunca kazandığı tüm parayı elinden almıyorsun? Sebebi belli: çünkü bunun için uğraşmak gerekir. Defalarca Zürih’e gidip gelmek falan gerekir. “Astarından pahalıya gelir” denilebilmektedir. Sebep bunlar. Sebep tembellik.
Dortmund maçından sonra bizimkilerde bir hava vardı. Sanki “Biz çok iyi oynadık. Çok iyi performans sergiledik.” Yahu mağlup olduk?! “Yenildik ama ezilmedik.” 1980’lerde Türk Basını’nın klâsik manşetlerinden biri: “Yenildik ama ezilmedik”, bir diğeri “Salladık ama deviremedik” Birincisi maç 3-1 ya da 4-2 gibi skorlarla kaybedildiğinde söylenirdi. İkincisi ise berabere kalındığında söylenirdi. Türkiye hızla o hale geri dönüyor. 1990’lı yıllarda Türkiye’de her mecrada yaşanan gelişme futbolada yansıdı ve 2000’li yıllara futbolda zaferlerle girildi. Ve ancak hepçi anlayış Türkiye’yi bu mecradada geriletti. Bizim Beşiktaşlılar’ın yüzlerinde “Oh be… Neyse ki rezil olmadık.” biçiminde bir ifade vardı. Nerede Barcelona’yı 3-0 yenen Beşiktaş ve Beşiktaşlılar, nerede şimdiki vaziyet. Nerede Paris Saint Germain’i 3-1 yenen Beşiktaş, nerede Liverpool’u yenen Beşiktaş?
Dortmund maçından sonra takımda bir “Yenildik ama ezilmedik” gururu vardı. Yazık. Maç ile ilgili bir şey diyemiyorum çünkü uluslararası turnuva olmasına rağmen 20 yıldır Şampiyonlar Ligi’ni televizyondan izleyemiyorum. Çünkü şifreli. Ücretli yayın. Normal oldu bu artık. Millî maçları şifrelemeye çalışanlar, bu yönde uğraşanlar olduğu da kesindir. Yakında ana haber bültenleri de şifrelenebilir. Tüm Dünya böyle yapıyormuş. Dedim ya; normalizasyon.
Biz gruptan çıkabilir miyiz? Daha 5 maçımız daha var. 2 maç kaybetsek, 1 maç berabere kalsak ve 2 maç kazansak 7 puan ile gruptan çıkma olanağımız var. Böylece toplamda 2 galibiyet, 1 beraberlik ve 2 mağlubiyetle işi kurtarabiliriz aslında. Sporting Lisbon; Porto ve Benfica’ya oranla daha güçsüz bir klüp. Beşiktaş’ın Lisbon’dan 6 puan çıkarması olanaksız değil. Ajax ile yapılacak 2 maçın birinde beraberlik almak bizi bu durumda 7 puan yapar. Dortmund İstanbul’da 3 puan aldığına göre Almanya’da puan kaybedeceğini düşünmek fazla hayâlperestlik olur. Bu döngüde Ajax’ın Dortmund’dan puan sökmemesi önemli. Eğer Ajax Dortmund’dan puan alırsa 7 puan Beşiktaş’a yetmeyebilir.
Yılgınlık, bitkinlik, bezmişlik tüm Türkiye’yi sarmış; insanlık artık umursamamazlık çağının eşiğinde. Futbola ilgi tabii ki var. Ama bu ilgi az demeyeceğim. Ya da azaldı da demeyeceğim, ama bu ilginin kalitesi düştü.
“Ne önemi var?”
“Bana ne faydası var?”
“Ben mi kurtaracağım herşeyi?”
“Sıkıldım ben.”
“Bir şey anlatma! Zaten bezmişim.”
“Hiçbir şey yapasım yok.”
Öyleyse yapanı taşla.
“Yapanı umursayasım da yok.”
Günün olayları maçlar idi. Güney Türkiye’de yaklaşık bir ay evvel yanan ormanlar ile ilgili ilgi nerede şimdi? Bilmiyorum. Hollanda kadar yer yandı. Yeniden yeşillendirme için ek bir bütçe ayrıldı mı? Ormancılıkta 1 numara olan bir uluslararası (yani temiz) firmaya ihale verilip yanan arazinin külliyen yeşermesini sağlayacak bir uygulama planı var mı? İnsan; kendini tanı. Sen tembelsin. Çalıştığın zaman, daha sonra tembellik etmek için çalışırsın. Yapılması elzem olan çoğu şeyi gözardı edersin. Aranda kırk yılın başı çalışkan birileri olur. Onlar sayesinde biraz biraz ilerlersin. Ve çoğunlukla ve buna rağmen onları pek sevmezsin.
Türk Milleti çalışkandır. Türk Milleti zekidir. Zekiliği çalışkanlığın çalışmasına gerek olmaması için çalıştırmak da neyin nesi?
Bugün 17 Eylül 2021 iyi Cuma’lar 02:57 İstanbul Bahadır Gezer
TCG Anadolu
USS Tarawa - ABD
24 Kasım 2021 Çarşamba
24 Kasım Öğretmenler Günü
İnsanlığın, medeniyetin, kültürün anneler ve babaları: öğretmenler.
İnsan yetiştirmeye, insan sevmeye adanmış hayatlar; öğretmenler.
Okumayı kişiliğimin bir parçası haline getiren ilkokul öğretmenim Nalan Korkmaz başta olmak üzere Beden Eğitimi öğretmenim Mehmet Manap, Almanca öğretmenim Serdar Padır, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenim Ahmet Duman, Edebiyat&Medya öğretmenim Mark Williams ve daha nice öğretmenlerimi saygı, sevgi ve hürmet ile anıyorum.
Öğretmenler Günü kutlu olsun!
6-1'lik Hollanda mağlubiyeti tüm Avrupa Elemeleri'nde havlu attığımızında sinyalidir. Bir takım şampiyonu olacağı turnuvada bir maçta 6 gol yemez.
Aslında 1999-2002 yılları aralığında tarihin ilk Süper Kupa’sını kazanan bir Galatasaray, Dünya Kupası üçüncüsü bir millî takım var idi. 2010’larda futbolun devleşmiş ülkelerinden biri olacağımız öngörülüyordu. Fakat her şey tepetaklak oldu. Bu nasıl açıklanabilir diye sorduğumuzda akla gelen ilk şey mevcut ülke yönetiminin karakteristik huyu olan torpil uygulamasıdır. Evet torpil. Futbolcular, teknik kadrolar siyasilere yakınlıklarıyla ve onun şunun adamı olmaları sayesinde klüplerde kendilerine yer buluyorlar. Gerçek yetenekler, gerçek kabiliyetler futbolun alt kademelerine itiliyorlar. Torpil... sporda sonucu mağlubiyet ve eziklik olarak apaçık meydana çıkar. Ve durum biraz da böyle görünmektedir.
Bununla beraber şu seçeneğin elimizden alınmış olmasına ben kızgınım: Arkadaşlarla gündüz Topkapı Sarayı’na gitmişiz. Akşam yemeğini Cağaloğlu’nda cağ kebabı yerken akşama Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi’nde Göteborg ile karşılaşacağını hatırlarız. Aramızda yurt dışından iki kişi vardır. Deriz ki “Beyler maça gidelim mi?”. Eğer karar “evet” olursa gideriz stada maçtan 2-3 saat önce… Gişeden birer bilet alırız ve maç saatini beklemeye koyuluruz.
Hayır. Bu şans elimizden alındı. Artık gişe bileti diye bir şey kalmadı. Bu berbat bir şey değildir de nedir?
Yahu, eskiden Türkiye’ye düsturu kazanmaktan başka bir şey olmayan, klüp yönetimince yapılabilecek “Bu maçta 2-2 berabere kalın.” gibi yönlendirmeleri kabul etmeyecek yapıda olan teknik kadrolar işbaşına gelirdi. Yabancı teknik direktörlere cephe alındı. Başarıdan başkasını kabullenmeyecek uluslararası düzeyde teknik direktörler gelmiyor artık. Bir Feldkamp gelmiyor... Bir Parreira gelmiyor... Bir Löw gelmiyor... Bir Daum gelmiyor... Bir Lucescu gelmiyor... Mourinho gibi Zidane gibi Deshamps gibi isimlerin Türkiye'ye gelmeleri konu bile edilmiyor. Çünkü bu adamlar yalnızca ve sadece kazanmaya odaklanmışlardır. Çapları dış mihrakların takım üzerinde etki oluşturmasını engeller.
Bununla beraber Türkiye Süper Ligi’nin şu an ki durumuna baktığımız zaman kimi görüyoruz Dünya yıldızı mertebesinde? Ben 1990’ların başından itibaren izlediğim maçları daha net hatırlıyorum. Türk Futbol Ligi için benim hafızamda yer eden bazı futbolcular var. Bu futbolcular aklımda şu şekilde yer ettiler: “Bu adamlar yaptıkları işi Dünya’da en iyi yapanlar arasındadırlar.” Kim bu adamlar?
Fenerbahçe’de Alman Millî Takımı kalecisi Schumacher, Beşiktaş’ta Nijeryalı Amokachi, Fenerbahçe’de Nijerya’lı Okocha, Beşiktaş’ta Alman Kuntz, Fenerbahçe’de Kezman, Fenerbahçe’de Roberto Carlos, Galatasaray’da Hadgi, Guti, Drogba, Eto, Popescu, Taffarel, Queresma, Alex, Muslera, Podolski, Van Hoijdonk, Ribbery, Sneijder, Van Persie, Jardel, Mario Gomez… Bu adamlar Dünya futbol kamuoyunun dikkatlerini üzerlerine çekmiş adamlardır.
Bu isimler arasında özellikle Hadgi daha sivrilmektedir. Ronaldinho Barcelona için neyi temsil ettiyse, Messi Barcelona için neyi temsil ettiyse Hadgi’de Barcelona için oydu. Ve kariyerinin zirvesinde Barcelona’dan Galatasaray’a geldi. Türk Futbol Ligi’nin kalitesini yükselten bir etkisi var idi. Onunla birlikte antreman yapan sporcular kısa zamanda kabiliyetlerini geliştiriyorlardı. Hadgi Dünya Futbol Tarihi açısından Pele, Maradona, Möller gibi isimlerle anılabilecek bir isimdir.
Yine bu isimlerden örneğin Drogba. Futbol ahlâkı ve sağlam karakteri ile gücü yetenekle birleştirmiş bir adamdı. Örnek futbolcu idi. Kariyerinin en yoğun olduğu dönemde Messi ve Henry ile birlikte anılıyordu. Bu adam Türkiye’ye geldi. Hadgi Barcelona’dan Türkiye’ye geldi. Var mı şimdi Barselona’dan, Manchester United’dan futbolcu transfer edecek yürek?
Bu konu biraz da klüp başkanları ile ilgili. Türkiye’nin kendine has bir jargonu vardı. Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray gibi klüplerin başkanı olacak kişinin oldukça zengin olmaları ve paralarını klübe akıtmaları beklenirdi. Süleyman Seba’yı tamamen bu konunun dışında tutuyorum çünkü merhum Büyük Başkan’ın mertebesi apayrıdır. Ancak Fenerbahçe’de Ali Şen ve Aziz Yıldırım’dan bunu bekleyen bir kitle vardı. Galatasaray’da Adnan Polat’ın tüm varlığını Galatasaray’a akıtması beklentisi vardı. Ve öyle olurdu da. Uluslararası denetimler artınca, bu durum bu biçimde devam edemedi. Ve biz Dünya yıldızı yoksunu bir lige sahip olur hale geldik.
Bütün bunlar millî takımımızı, klüplerimizi, Türk Futbolu’nu etkileyen unsurlardır. 10 Eylül 2018 Pazartesi günkü Hürriyet Gazetesi’nin spor sayfalarına bakılırsa o zaman ki millî takım teknik direktörü Lucescu’nun şu açıklamayı yaptığı görülür: “Millî takıma çağırdığımız bazı futbolcular çağrımızı reddettiler.”!! Bundan büyük skandal mı olur?! O zamanlarda bu konu ülke gündemi haline bile gelmedi. Millî çağrıyı mazaretsiz reddeden futbolcunun sporcu lisansı iptal olmalıdır. Ama konu bu değil. Konu bir türlü aile halini alamayan millî takım. Suat, Okan, Hakan Ünsal, Hakan Şükür, Bülent… Bu adamlar yek vücut olarak görünüyorlardı. Yaz tatillerini millî futbolcular çete gibi bir arada geçiriyorlardı. Millî olmanın karizmasının idrakinde bir millî takım idi. Ve geldiğimiz nokta: millî formayı reddeden futbolcular. Bir de çoğul. Bir tane de değil yani.
Bazı ülkelerde tutarlı istatistik oluşturma hevesi diye bir şey var. Bu düşünce diyor ki “20 maç boyunca yenilmeyeceğine her 10 maçta bir kere kaybederek 30 maç yap daha iyi.” Tutarlı istatistikten kast aslında normal istatistik demek oluyor. Bir ülke 20 maç boyunca kaybetmez ise, 21. maç en zor maç halini alacaktır. 21. maç kazanılsa 22. maç daha zor maç olacaktır. Yani takım üzerinde ki stresi artırır bir unsur olabilir bu yenilmemezlik olayı. Ancak ben Türk A Millî Futbol Takımı’ndan bunu bekliyorum. Japonya’da TV’deki futbol programında spikerin “Türkiye dün akşam tam bir futbol dersi verdi. Türkler’in taraftar ile bütünleşen muhteşem sinerjisi Almanlar’ı dağıttı. Türkiye maç boyunca futbolda görülmemiş hareketlerle bir resital yaparken Almanlar maçın bitmesini sabırsızlıkla bekliyor görünüyorlardı.” demesini, Kazakistan’daki radyoda futbol programı yapan spikerin “Türkiye Lüksemburg karşısında iki hat trick gördü sayın dinleyiciler. Türkiye’den iki futbolcu hat trick yaparken Türkiye maçı 8-0 kazandı.” demesini istemek ulaşılmaz hayâl değildir ki.
Millî takım Türkler üzerinde deney mi yapıyor? “Bakalım taraftar kızınca ne yapıyor?” gibi bir algı mı var. Bu millî takım yurda döndüğünde alkış ve tezahürat mı hak ediyor?
Aslında son 3 maçta toplam 6 gol attık (2 Karadağ, 3 Cebelitarık, 1 Hollanda) ve 8 gol yedik (2 Karadağ, 6 Hollanda). Yani arada devasa bir fark görünmüyor. 6 ile 8 birbirine yakın görünüyor. Ve ancak 6-1’lik ezici skor yine de ortaya çıkmış oluyor.
Türkiye’nin Guardiola gibi bir teknik direktöre ihtiyacı var. Millî takım bir maçta 6 gol gören kadrodan birçok isimle yollarını ayırmak zorundadır. Ya da durmak yok, yola devam.
Acaba millî futbolcular “Ya bu millî maçlar bizi yoruyor be. Ligler millî maç tatili yapıyor. Neredeyse bütün futbolcular ense yaparken biz çalışıp duruyoruz. Elenelim de bir yük insin sırtımızdan.” falan mı diyor? Şaka bir yana millî sporcunun kendini utanç duyulacak vaziyete koyan bir performans sergileme hakkı var mıdır?
Bu skor ayrıca şüpheli duruyor. İlk maçta Türkiye’den 4 gol yiyen Hollanda’nın rövanş maçında 6 gol atması şüpheli bir durum. Doping falan yapmış olabilirler mi?
8 Eylül 2021 Çarşamba 13:46
TCG Anadolu
30 Ağustos 2021 Zafer Bayramı
Ölümünü anmıyoruz. Yasını tutuyor ve ölümsüzlüğüne duyduğumuz saygıyı hissediyoruz. Ölümünü değil, hatırası ve mirasını yâd ediyoruz.
Atatürk’ün ruhuna ve vatanımızın kurtarılması ile kurulmasına yürekten hizmet eden şehit/gazilerimizin ruhlarına dua ediyoruz.
Atamız’ın vefatının yıldönümünde tüm Türk Milleti’nin başı sağ olsun.
10 Kasım 2021
Bahadır Gezer
Tarawa bu sınıf gemilerin atası gibi algılanabilir. Eskidir ve gemimizin kabiliyetleri Tarawa'dan üstündür. Invincible ise Anadolu'nun kabiliyetleri ile başbaşa yarışabilecek bir gemi olarak görülebilir.
Mukayesesini yapabileceğimiz gemiler:
-Abuk sabuk şeyleri Kış Olimpiyatları’na dahil ettiler. O fırçalarla buzun üstünde taş kaydırmaca ne be? Bu nasıl Olimpik yahu? Yaz Olimpiyatları aşşaa kalır mı? Kaykayı Olimpik yaptılar be! Sörfte olur ileride… Yahular yahusu: Kış Olimpiyatları’nda kartopu olan en azından bir branş nasıl olmaz be?
-Dünya kâfi demesini bilene kâfisini sunuyor.
-Adamlar hayatları boyunca bu geziyi düşünmüşler. Böyle arkadaş; kimisi Çin’e Japonya’ya gitmek ister. Kimi bir Paris görmek ister, kimi Roma’yı düşler… Bu adamlarda Teksas Las Vegas gezisi hayâl etmişler. Hiçbir aşırılık yok durumda. Gitmişler Las Vegas’a… Kasino’da “yunik bahisler” diye bir stand varmış… Seyirtmişler oraya doğru ve isimlerini 50.000$ tutarı ile yazdırmışlar. Kasino adamları almış çölün ortasında bir yere götürmüş. “Nooluyo lan?” olmuşlar. Çölde adamları arabalardan çıkarmışlar. Arabalarda Hummer bu arada. İndikleri yerde 5 tane keçi var. Kasino görevlileri “En çok tane sıçacak keçiyi bilen bahsi alır.” diyorlar. “Bu ne olm lan? Las Vegas bu mu olm lan? Keçi boku mu sayacaz lan çöl sıcağında?!”
-DÜNYA ÇAPINDA bir sorunumuz var. Bir tüketim sorunu. Yeteri kadar su tüketmiyoruz. Evet yanlış okumadınız: Yeteri kadar su tüketmiyoruz. Çünkü suyun küresel dağıtımını yapacak sistemi halen oluşturmadık. Hep söylüyorum: İsveç’in baharda eriyip dokunulmadan denize akan suyu Afrika’da ve Orta Doğu’da pek çok ülkeye hayat verebilir.
Petrol ve gaz boru hatları sınırlar ötesi olabiliyor. Niye? Çünkü ekonomik ihtiyaç. Aynı şekilde bugün içinde bulunduğumuz tarihte Kuveyt ülkesinde bir şişe su bir şişe benzinden pahalıdır. Yani ekonomik olarakta arzı destekleyecek türde talep ortaya çıkmıştır.
Uluslararası ve kıtalararası su boru hatları yalnızca inşai bir çalışma ihtiyacında değildir. Siyasi anlamda su boru hatlarının geçeceği güzergâhlarda barış, huzur ve demokrasi ortamı olmalı.
Yeteri kadar su tüketmiyoruz. Çünkü dağıtımı adil ve kârlı biçimde yapamıyoruz. Dünya deniz suyu seviyesi ise yükseliyor. Çünkü suyu tüketmeden akıtıp duruyoruz sürekli.
Türkiye çapında bir devlet böyle bir uluslararası projenin planlanmasında başrol üstlenebilecek bir seviyededir.
-“Millet yalancı”… Herkesin keyfi aslında yerinde. Ekonomik olarak kimse sıkıntı çekmiyor. Hatta hiperbolluk var memlekette. Millet yalan söylüyor “Evi çeviremiyoruz. Faturalarımızı zor ödüyoruz.” diyerek. Çünkü 20 yıl evvel ekonomi bu kadar sarsıldığında onbinler caddeleri doldurup “Hükümet istifa!” diye bağırırdı. Bir sakinlik hali var millette. Ve ancak bilgelik ve sabrı çağrıştıran sakinlik değil… Kendi osuruğunda uyuşmuş bir kişi sakinliği…
Yahu kutu Kola 9 Lira ne demek? “Alırsan dangalaksın” demek. Ne demek olsun?
-Pardon… Amerikan formlarında şöyle bir soru var: “Ailenizde üniversiteden ilk mezun olan siz misiniz?”
Bu soruya hangi cevap daha iyi çözemedim. Yani ilkse büyük başarı. Ama ilkse aile entelektüel değil demek… Kararsız kaldım… Hangi cevap iyi acaba?
“Senin kararsız kalmana gerek yok ki… Olanı söylersin olur biter. İlk değilim dersin, tamam.”
Ama ya “ilk” olmak iyiyse?
“Yalan mı söyleyecen sen be?”
‘Doğruyu mu söylediniz?’ diye bir soru yok.
-Kişinin kendisine doğrultulan silahı maarifetli bir hamleyle kendi eline almayı başarması bir çok film ve dizide görüldü… Peki kişinin kendine doğrultulan bir kılıcı tek hamleyle ele geçirdiğini gördük mü? Gördüysek bile inandırıcı olmadığı için aklımızda mı kalmadı acaba?
-Napolyon “Para, para, para” yı para ihtiyacından değil, paraya ihtiyacı olanların sürekli para istemesinden gına geldiği için demiştir.
-Gayzer nedir biliyorsun mu? Hani Amerika’da var? Böyle yerde bir delik… Her yarım saatte bir sıcak su püskürtüyor büyük bir tazyik ile. Gayzer… Coğrafi bir terim? Hiç mi bir şey oluşmadı kafanda? Neyse… gayzeri bilmiyorsan bu anlatacağım senin için fazla bir şey ima etmeyebilir:
Okyanusun ortasında 4000 metre derinlikte bir gayzer bulduk. İşin güzel yanı: altın gayzeri. Evet erimiş altın püskürtüyor sürekli. Ve ancak hemen ardından kum ile kaplanıyor. Uluslararası su olduğu için keşfi yapanın elinde kalacak. Sizden ricam; lütfen bu konuda bana daha fazla baskı yapılmasının önüne geçin.
-Yahu ÖSS, ÖYS, ÖSYM, YDS bir sürü sınav var. Şikayet edecek miyim bundan? Bunca yıldır yapıldığına göre bir olayı var demektir. O sebeple pek karşı durmuyorum sınav sistemine. ABD’de SAT sınavı var. Ben lisedeyken Amerika’ya gidince üniversite sınavına girmeyeceğim sanıyordum ve ancak Amerika’da da SAT var.
Bu sınavların birincilerine, ikincilerine, üçüncülerine falan bazı hediyeler veriliyor. Hatta ilk 50’ye girenlere üniversite bursları falan veriliyor. Peki Milli Eğitim şöyle bir şey yapsa; ÖSYM sınav birincisine bir adet Dodge Viper. İkinciye son model bir Mercedes. Üçüncüye WW Modern Vosvos. O zaman öğrenciler daha bir farklı motive olmaz mı?
Yani sınavları muhteşem bir şey yapmak o kadar zor değil aslında. Ve ayıpta değil. İlk 100’e giren herkese son model bir IPhone?
-Amerikan’a sor bakayım 5$ kaç Kanada Doları eder biliyor mu? Peki biz biliyor muyuz? Komşularımızla para değerlerimizin oranlarını biliyor muyuz? İran, Irak, Suriye, Ermenistan, Gürcistan, Bulgaristan, Yunanistan, Azerbaycan… Bulgaristan ve Yunanistan’ı €’dan ötürü biliyorsun. Bir de ABD Doları ve İngiliz Sterlini’ni biliyorsun… Ancak komşularla para değerleri ne durumda bilmiyorsun…
Komşu yahu… Ancak Amerika’nın durumu daha intens tabii. Çünkü hepi topu 3 tane komşusu var: Kanada, Meksika ve Rusya. Yani 3 komşunun parasal durumunun farkında değilse olağan Amerikalı, bu mazur görülemez bir ekonomik cahillik olabilir.
20 Şubat 2022 Pazar 00:26 İstanbul Bahadır Gezer
İşgale maruz kalmış vatanın savunulması için Bandırma Gemisi'nden Samsun'a çıkan adım Atatürk için küçük, fakat Türk için büyük bir adımdır.
Merhum Ali Rıza oğlu Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu dönemde not defterine şunları yazmıştır: "Samsun'a çıktım. 18 Mayıs 1919 tarihinden itibaren bütün memlekette mevcut millî kuruluşlarla temasa gelmeye ve her yerde teşkilatın takviyesine ve genişletilmesine başladım. Konya'da bulunan 12 nci Kolordu ve Bursa'da bulunan 14 ncü Kolordu... komutanlıklarıyla...uzun uzadıya haberleşme oldu."
Anadolu ve Trakya'nın bilfiil işgal altında olduğu bu dönemde Atatürk herkesten saklı olarak çıktığı yolculukta Bandırma Gemisi'nden Türk diyarı Anadolu ile iletişime geçmek için Samsun'a oldukça yaklaşana kadar beklemiş ve 18 Mayıs 1919'da Türk Milleti'ne umut veren varış haberi güvenilir ve yürekten Türk hissedenlere ulaşmış ve hemen ardından 19 Mayıs 1919 günü Ata Samsun'a çok şükür sağ salim varmıştır.
Bağımsız Türkiye ve özgür Türk için bir milat olan 19 Mayıs Atatürk'ü Anma-Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun.
19 Mayıs 2021
Vatandaşın özgür iradesinin vücut hali olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hür ulusal hakimiyetin temsilcisi olarak faaliyet almasının anısı ile tüm çocukların Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun!
Çankaya
23 NİSAN 2021
23 Şubat 2022 tarihli bu paylaşım hakkında söylenmesi gereken ilk şey; söz konusu içerik Noter'e sunulduğu için metin mümkün olduğunca kısa tutulmak istenmiştir. Bazı kısımlar "konuyu hatırlatsın, yeter" bakış açısıyla yazılmıştır. Anlatılanlardaki bu tasarruf hedeflemesinin mazur görülmesini umarım.
-Arzdaş. Bu kelime Dünya’yı beraberce paylaşan ve ortak yaşam alanı Dünya (Arz) olan canlıları kapsar. Benzetme olarak “Dünya vatandaşı” tamlamasının tek sözcük halidir.
-İnsanın saçından bir tel koparılsa ve bu bir tel saç on yıllarca saklansa yine beyazlar mı? Beyazlamadığı görüldüğünde şu soru akla geliyor: Saçları beyazlatan zaman değil de aklımızdan ve başımızdan geçen düşünceler ile olaylar silsilesi mi?
-Deyim: Fırçayı fırçalamak
-WC sohbeti: Kırsal sinek ile umumi hela sineğini aynı kefeye koyamazsın. İkisinin de yanağına konduğunu tahayyül ediver. Biri rahatsız edici, diğeri külli iğrenç.
-Ekonomi: O gün ben ekonomik sıkıntının vardığı noktanın stresi ile yürüyordum… Şemsiyeyi bile su biriksin diye ters tutmayı falan düşündüm… şemsiyem yoktu… iyi olmuş bence… yağmur yağıyordu galiba bugünkü gibi… şemsiye muhabbetinden sonra birikmeye takıldım ve ekonomik çözümsel kesinlik aklıma geldi; 50 milyon resmi gelirli vatandaş sözleşme ile günde 1 (bir) Kuruş harcamayı vaad ederse, bu günde 50 milyon para eder… yani günde 500 bin para. 50 milyon kişi için az… Ve fakat günlük vaad kişi başı 1 Lira olursa günde 50 milyon para eder. Garanti vermek önemli. Eğer 50 milyon kişi 10 yıl boyunca hergün vergiye tabi 1 Lira harcamayı kabul ederse devlet yapılanması borçlanma dengesini buna göre ayarlayarak uluslar arası parayı 10 yılın başlangıcında (avans gibi) alarak ekonomik döngüyü garanti altına alabilir… Tabii her devletin yapabileceği bir şey değil… Güvenilir rejimi ve hukuk sistemi olması gerek. Çünkü uluslar arası para bunların olmadığı yerlere girmemeye yatkındır.
Vaad, yani taahhüt, toplumsal olursa organizasyon (devlet-ekonomi-piyasa-cep) süregelirlik kazanır.
Harcama garantisini halk evvelden kabul ederse, devlet/ekonomik düzen/zenginlik seviyesi ihya olur.
Basit ifade ile devlet;
“Önümüzdeki 10 sene boyunca 70 milyar Lira’lık garanti edilmiş ekonomik piyasa hareketliliğim var, o sebeple uluslar arası kreditörlerden bu sene 50 milyarlık bir talebim var. Size geri 70 milyar vereceğiz 10 sene sonra.”
Tabii döviz dengesi ve bütün unsurlar dahlolduğunda 10 yıl önceden canlı 50 milyara sahip olmak devletin elini güçlendirip ekonomik döngünün işlemesini sağlar.
Ulusal piyasasında zamana yayılmış harcama garantisi bulunan devlet, bu harcama garantisinin kapsadığı miktarı bahsi söz konusu olan zaman diliminin hemen başında nakit olarak uluslar arası piyasadan temin edebilir ve bu sayede erken davranma ve yatırım yapma yetisini kazanır.
Velakin her vatandaşın yapacağı günlük harcamanın sözleşmelerini yapmak saçma olacağından devlet piyasa takip kurulu, taahhüt altındaki ödemelerin arşivini istifler. Yani araba taksitleri, kredi kartı ödemeleri, ileri tarihli faturalar, mortgage ödemeleri vb, tüm bunları takip eder devlet ve sonuçta der ki “Önümüzdeki 10 yıl boyunca ulusal piyasamızda 700 milyar Lira kesin olarak işlem görecek. Bunun 90 milyarı vergiye tabiidir. Bu bağlamda uluslar arası piyasadan bugün alınacak 90 milyar Lira’nın iadesi garanti altındadır.” diyerek bir nevi ‘borçlanma’ yapar. 10 yıl sonucunda gelecek olan parayı 10 sene önceden alabilmek devletin ve dolayısıyla ekonominin güçlenmesini, yatırımların erkene alınarak hızlı gelişimini ve zenginleşmeyi sağlar.
Taahhüt süresinin uzaması (20 yıl, 30 yıl) ise daha faydalıdır ve zordur.
Bu kesin ve nettir.
-Unutmak sadece hatırlamadığımın farkında olmak.
-İşsizlik, devlet ve toplumun güç gösterisidir. %20 işsizi olan bir ülke, çalışma gücünün %80’i ile %100’e bakabiliyor demektir. Biraz şovenistik bir durum.
-Kamusal alanda inanç şovenizmi ayıptır. İnanç şovenizmi yersizlik ve yalanın birliktelik olmuş halidir.
-Etik: Edebiyat ile direkt ilgili konulardan biri; şu sıralar Türkiye’nin televizyon ve web sitesi dizileri küresel ilgi görüyor. Türk yapımı diziler birçok ülkede takip ediliyor. Harika.
Ve fakat bir husus dikkatimi çekiyor: Dizilerde ki aktris ve aktörler bazen sanki bazı bölümlerde, yer aldığı dizideki karakterinin hiçbir zaman yapmayacağını düşündüğü bir şeyi yapmak zorunda kalabiliyor. Yani demek istediğim 5. Bölüm çekilirken 45. Bölümde karakterinin ne yapacağı hakkında hiçbir fikri bulunmayan, yani karakterinin hikayesini bilmeyenlerin oyunculuğu ile böyle bir başarı yakalanması, izleyici kalite ve beklentisinin yüksek olduğu Fransa, İngiltere, Kanada gibi ülkelerde de Türk dizilerinin günlük televizyon akışlarında yer alması ihtimalini aşağıya çekiyor gibi.
Basit ifade ile dediğim şudur: Eğer bir dizi 50 bölüm çekilecekse, oyuncular dizinin ilk bölümünden evvel bütün 50 bölümün senaryosunu okumalı. Doğru olan bu. Ve maalesef zor olan da bu.
-Karpuz yeşil midir, kırmızı mıdır?
:) bence siyah; ben tohumlarını yiyorum.
-Kısa hikaye: Yer altındaki petrole ulaşan kişi fışkıran petrole ateş tutunca yer altındaki tüm bu petrol stoğu cayır cayır yanmaya başlamış. Yer altında dev bir yangın. Toprak sıcaktan kurumuş, kum olmuş.
“E o zaman aynı yerde yıllar sonra nasıl petrol bulunmuş? Yanmamış mı hepsi?”
“Hayır.”
-Türk Kurtuluş Savaşı’nın İngilizce tercümesinin “War of Survival” olması makuldür. “Survive” kurtulmak anlamını taşır. Acı ve kanlar içinde yerde çırpınan bir insana acil müdahale yapılır da bu insan yaşama tutunmayı başarırsa bu duruma İngilizce’de “He/She survived.” denilir. Kötülüğü ve canımızı tehdit edenleri bertaraf etmek demek bu kötülük silsilesinden kurtulduğumuz anlamına gelir ve kurtulmak İngilizce’de “survive” anlamına gelir. ‘Hayatta kalmak’ tamlamasının İngilizce’si ise “Staying alive” olarak bilinir.
-Teknik husus: 1 bite datayı 1 trilyona böl,
1 MB kapasiteli ve 1 MB data dolu dijital hafıza kartına bu bölmüş olduğunu ekle,
Kart full dolu olmasına rağmen 1 trilyona bölünen 1 bite’dan kalan mikron hacimli dijital data karta sığacaktır,
Sığacaktır ve kıvılcımlanacaktır,
Dijital datayı maddesel olarak ateş haline getirmemiz mümkün görünür ki; 90’lı yıllarda bazı kişiler farklı şahısların bilgisayarlarına internet aracılığıyla “nuke” denilen dijital virüsü bulaştırıp bu bilgisayarların resmen, duman çıkarcasına tutuşmasına neden olduğu o yıllar da internet kullanan biri olarak gözlemlemiş olduğum bir durumdur.
-Kısa hikaye: Okyanusun 6 bin metre derinliğinde, tabanda bir derin dip dalgıcı dolanırken kum zeminde birden bir kaya görür. Nedense kayayı ittirir ve altında bir kapak olduğunu görür. İçine gire… Karınca yuvası damarlarını andıran bir iç dip mağara sistemiydi bu. Bu damarlardan biri geniş bir odaya çıkıyordu. Ve tüm bunlar deniz seviyesinin binlerce metre altında cereyan ediyordu. Dalgıcın bulduğu oda daha çok geniş bir mağarayı andırıyordu. İçinde hava var. Çeşit çeşit mahlukat ve muhteşem görüntülü albenili taşlar… Ve yazılar!
-Zaman harcadıkça, tükettikçe artar. Arttıkça da azalır mı?
Sadece hiçbir zaman harcadığın kadar daha olup olmadığını bilemezsin. Harcadıkça artar fakat harcadıkça daha fazlası gelecek demek değildir bu.
Zamanı cebine koyman için onu harcaman gerekir.
Bir ağaçta var idiyse bir meyva,
Onu koparmamak israf olmazdı anla.
-Kısa hikaye: Yavuz zamanında saray duvarlarının içindeki hazine binasının Doğu fethi ile yetersiz kaldığı ve yeni bir hazine yapısı inşa edildiği malum söylenmektedir. Altın, elmas, yakut, zümrüt, safir, inci, değerli taşlar, madenler, yabancı devlet paraları, tapular, evraklar vb… iki adet bina dolusu… Bu hazinenin 47 yıllık Kanuni yönetiminde boşaldığı malum söylenmektedir.
Yahu, bahsi geçen hazine 40 değil 50 değil, binlerce yılda eriyecek bir hazine değildir. Piri Reis’in Güney Amerika haritası ile hazinenin relokasyonu projesi ve bu hazinenin keşfini bekliyor olması.
-Bullet Jammer (Mermi Saptırıcı): Bunu bir mermi kalkanı olarak da algılayabiliriz. İnsan kulağının duyamadığı yüksek tizdeki seslerin oluşturduğu yayılmacı dalgalar mermi atışlarının yapıldığı alana salınınca mermilerin hedeflerinden şaştıkları ve açısal olarak mesafeyle beraber, alınmış olan hedefe doğru gidememesi sağlanır. Yani merminin doğru gidememesi, falso alması sağlanır. Mermi saptırıcı merminin ateşlenmesinden evvel açık pozisyonda olmalıdır. Detayı ve ayrıntısı başka bir belgede yapılacaktır.
İşbu metin 22 Ocak 2019 tarihli 000686 numaralı dosya ile Üsküdar 14. Noterliği aracılığıyla kayda alınmıştır.
Bugün 23 Şubat 2022 Çarşamba, Saat 23:33 İstanbul Bahadır Gezer
HMS Invincible - İngiltere
TCG Anadolu ilk seferini Kıbrıs’a yapsa iyi olabilir. Ancak önce Samsun’a da sefer edebilir.
İspanyollar’ın donanmalarının en güçlü halkasından Türkiye’ye satmalarına nasıl ikna edildiği ise aslında merak uyandırabilir. Juan Carlos sınıfı muhteşem bir gemi.
Menzili bol, seyri açık olsun. Limanı bol, düşmanı bertaraf olsun.
Ukrayna’daki savaş sebebiyle gündemde ön planda tutulmamaya çalışılıyor. Ve ancak bizler için uçak gemisi demek uzaya yaklaşmak demektir. “Ne alaka?” denmesin. Uçak gemisi demek ileri ülke demektir. Ben 10 yaşımdayken Türkiye’nin uçak gemisi olursa uzayada çıkabileceğine kanaat getirmiştim. Uçak gemisi ve uzay. İleri kültür olmanın çıtaları bunlar idi.
Donanmamız artık yeni bir manevra kabiliyeti edindi. Bu gemi için öngörülen F35’leri Türkiye’ye verilmez hale Türkiye’yi getirenler İranlı kaçakçının “önüne yatmak”la övünen ve dolayısıyla F35’in İranlı mühendislerce kapsamlı bir biçimde incelenmeleri için İran’a gönderilmesini makul görebilecek olan teokratlardır.
TCG Anadolu’nun hizmet devralışının Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile eş zamanlı olmasının bir bağı var mıdır?
TCG Anadolu Karadeniz’de, Akdeniz’de ve tüm açık sularda dengeleri değiştirir çapta bir gemi.
Ruslar savaşta olmasalar “Bu tonajda bir gemi Karadeniz havzasında olamaz!” falan diyebilirlerdi belki.
TCG Anadolu Ukrayna odaklı uluslararası medya tarafından pek haber edilemedi.
Projelendirmesi tıpkı Atak Helikopteri gibi 1990’larda yapılan bu hamle ile Türkiye olası düşmanlarının Türkiye’ye art niyetle bakmaya yeltenmelerine engel olacak caydırıcılıkta bir gemiye kavuştu.
3 Mart 2022 Perşembe 22:16 İstanbul Bahadır Gezer
Telif Hakkı © 2021-2023 Bahadır Gezer bahadirgezer.blog Tüm Hakları Saklıdır.
-Kolları kapatmak “seni içimde saklıyorum” anlamı taşır. “Kendimi kapattım” değil. Yanlış biliyorlar.
-John Julius Norwich adlı yazarın kaleminden çıkan “The Middle Sea – A History of the Mediterranean” ( Orta Deniz – Akdeniz’in Tarihi) isimli kitapta tuhaf şeyler oluyor: Türkler’in Akdeniz tarihi sahnesine çıkışını 1071’den evvele, 868 yılına alıyor. Ahmet İbn Tulun adında bir Türk’ün Doğu Akdeniz ve Doğu Anadolu’ya egemen olması anlatılıyor 112. sayfada. Bunu takiben Bizans ile en temasta bulunan beylik olarak Danişment Beyliği sayılıyor.
Yapılan şu: Türk Tarihi’nin kendi öz tarihinde yer alan tarihlerin etkisini yine Türk Tarihi’nde yer alan farklı tarihlerle zayıflatmak. Kendi tarihini kendi tarihine alternatif olarak algılatma çabası.
Norwich Akdeniz Tarihi hakkında yazmadan evvel belki de Ortaokul seviyesi tarih ders kitabındaki bilgilere haiz olmalıymış.
Bu tabii kızgınlığımdan kaynaklanıyor.
Kitaptaki olağan düşman Osmanlı İmparatorluğu. Osmanlı ile Batı ve Orta Avrupa devletleri arasında yaşanan savaşları Osmanlı kazanırsa bu bir “mağlubiyet” olarak sunuluyor kitapta.
“Osmanlı ’düştü’ ve Akdeniz’deki etkisi zayıfladı ve Osmanlı’nın Akdeniz’deki toprakları İngiltere, Fransa ve İtalya arasında paylaşıldı.”. Ve Norwich’e göre bu “Mutlu Son”.
21. yy’da halen bazı yazarlar Türk Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki etkisi ve izini örtbas edebilmek için çaba sarf ediyorlar.
Julius Norwich Birinci Dünya Savaşı’nın bir Akdeniz Savaşı olmadığını anlatıyor. Ve ancak Birinci Dünya Savaşı’ndan bahsederken sürekli Gelibolu ekseninde dönüp duruyor.
Bu kitabı okumak küresel okuyucuların ne tip bir yanlış bilgi yağmuruna tutulduğunu görmek açısından faydalıdır diyebilirim.
-Ormanda çalgı çalmak. Birkaç saat sabırla iyi bir icra yapılırsa hayvanlar yavaş yavaş toplanmaya başlıyorlar. Kuşlar falan etraftaki dallara konup müziği dinlemeye başlıyorlar. Cidden yahu. Disney çizgifilm tiradında bir durum. Farklı farklı mahlukat enstrümanın icrasını dinlemeye ve görmeye geliyorlar. Hatta bulunduğun ormana göre ayı bile gelebiliyor. Ayı tabii ormanda protokol demek. Ormanda çalmak, söylemek… Yapmadığım şey değil.
-Bunu defalarca anlattım. Bir daha anlatıyorum: Eğer bir nesne ile 12 saat boyunca aralıksız ve samimi bir biçimde konuşursanız o nesne sizinle iletişim kurmaya başlayabilir. Bunun anlaşılmayacak kısmı nedir ben anlamıyorum. Yani masayla 12 saat boyunca tamamen samimi ve içten bir biçimde 12 saat konuşursan masa seninle resmen konuşmaya başlayabilir diyorum. Zaten 12 saat konuşacak kafayı yakaladıysan çokta şaşırmamak gerek nesnenin dile gelmesine. Söz konusu nesnenin konuştuğunu herkes duymayabilir… Ve ancak sen duyarsın.
-En güzeli en uygunudur. “O kız çok güzel ama benim hedefim diğer kız.” tepkisi doğaya ve temel içgüdülere aykırıdır. Daha az güzel olanı hedefliyorsan yarı nonoşsun demektir.
-İtalya’da bir trafik düğümü ziyaret et.
-Resmi olarak başınızın derde girmesini istemiyorsanız kavga etme ihtiyacınızı arkadaşlarınız ve dostlarınızda giderin. Arkadaşınızla yumruklaşın. Sokakta tanımadığınız insanlarla kavga edip nezarete gitmektense bu daha makul. Kafa göz kavga edin dostlarınızla.
-Uzaylı gelip “çocuğunum” diyor! Dünya’ya geldiği taşıtı görmek istiyorsun… Bildiğin araba. “Bu ne lan?” diyorsun. “Eğer Dünya’da bizim taşıtlarımıza benzeyen arabalar kullanılmasaydı buraya gelemeyebilirdim. Çünkü beni herkes fark ederdi.” diyor! “Arkadaşım benim hiç uzaylı sevgilim olmadı.” diyorsun… diretiyor.
-ABD’yi işgal etmek. Kim buna muktedir? İngiltere ve Avrupa Birliği, İran buna yeterli değil. Sadece savaş ilan etmekten bahsetmiyorum. İşgal etmektendir bahis. Rusya yetersiz, Çin? Çin palazlanabilir mi? Nüfusu fazla, coğrafyası az. ABD Çin’den büyüktür.
Eğri oturulsa da doğru konuşmak gerekir: Dünya üzerinde ABD’yi işgal edebilecek bir güç bulunmamaktadır.
Bazı ülkeler sadece küresel dikkatleri üzerlerine çekebilmek için ABD’nin kendi ülkelerinde operasyon düzenlemesine çanak tutarlar. İsterler ki Amerikan askeri ülkelerine gelsin ve böylece CNN, BBC bu ülkelerden bahsetsin.
Ülkelerinin ABD tarafından işgal edilmesini isterler ki bu yolla küresel tanınmışlık elde edebilsinler. Artık bir Japon o ülkenin nerede olduğunu bilmektedir. Bunun ise ekonomik avantajı vardır.
-Dünya Parti Günü (Günleri)
-Bering Boğazı’na bir tünel yapılmamış olması bir insanlık ayıbıdır ve ancak en çok bir Amerikan ve Rus ayıbıdır. Halbuki ismi bile diyor: “Be”, “ring”. Yani: “Halka ol.” yüzük gibi. Eğer Bering Boğazı’na bir tünel inşa edilirse kişi İstanbul’dan arabayla yola çıkıp, arabasıyla New York’a, Buenos Aires’e gidebilecektir.
-Kütahya ve İznik işlemeli futbol topu!
-Bir olmak için iki olmak.
-Deli kızların aldatması ihtimali daha yüksektir. Çünkü çok sayıda ilişki ve romantizm yaşamayı bir denge, bir sağlık sağlamlığı olarak görürler. Çoğu ruh bilimci (psikiyatrist) aynı şekilde düşünmektedir: Hastanın süregelen bir ilişkisi varsa bu iyi sinyaldir.
-Amerika’da hep Fransız desteği anlatılır. Ve ancak Fransa’ya kimin destek çıktığı pek anlatılmaz.
-Mahkemede inanç üzerine yemin yerine “Yalan söylediğiniz anlaşılırsa size karşı kullanılabilir.” biçiminde bir ibare kullanımı daha doğru olabilir. Çünkü zanlı Kuran’ın, İncil’in, Tevrat’ın üzerine el koyup yemin ediyor. Ve niyeti yalan söylemekse yalan yemin ediyor. Ve bu korkunç kötü bir durum. Bu durumu ortadan kaldırmak için mahkeme salonlarında Kutsal Kitaplar’a el basılarak yemin edilmesinin önüne geçmek gerekiyor.
-Simülasyonel Eğitim
-Kültürel işgal edilemezlik. Şimdi, örneğin İstanbul. İstanbul İngiliz tarafından işgal edilse bir İngiliz şehri olur mu? Nasıl olsun?!. 4.000 cami olan şehirden İngiliz şehri olur mu? Yani bazı yerler kültürel izi ve kimliği sebebiyle işgal edilemez durumdadır. Örneğin Musul ve Kerkük Türkiye tarafından fetholunabilir, çünkü Türkler var orada. Türk izi, Türk Tarihi, Türk Kültürü var orada. Ve ancak Bağdat böyle değildir. Arap Kültürü Bağdat’ın kanına işlemiştir. Kültürel olarak işgal edilemez olarak görünmektedir. Tebriz Türk egemenliğine uygundur ve ancak Tahran değildir. Moskova Rus olmayan bir kültür tarafından işgal edilemez görünmektedir. Rus geleneği ve kişiliği Moskova’nın her zerresindedir. Bu açıdan kültürel işgal edilemezlik durumu vardır.
-Hiç öküzü yoldan çıkarmak zorunda kaldınız mı? İki şeritli (gidiş-geliş) bir kırsal yolda giderken bir anda yolun ortasında bir öküz belirir. Geometrik açıdan o kadar mükemmel durmaktadır ki iki tarafından da geçiş mümkün değildir. Kornaya basarsın, sanki “Bi daa bas!” dermiş gibi möler. Arabadan inersin, göt tarafından itmeye çalışırsın. Diretir. Kımıldamamak istemektedir. Tam öküz!
-Zor bir durum belirdiğinde yanında ki kızdan daha panik görün. Paniklik kontrolünü kıza verirsen felaketlerin en devasaları karşınızda olur.
-Hindistan’da şehirler arası tren yolculuğu yapmadan hangi aydınlanmadan bahsediyorsun sen?
-Batı Avrupa niye çok agresif? Niye tarih boyunca şiddet dozajı kaçmış savaşlar etmişler? Bir de Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya, Belçika, Hollanda, İspanya aralarında birleşip birleşip “tek düşman” Türk’e saldırıp durmuşlar. Afrika’yı sömürdüler, Amerikan Yerlileri’ni yeryüzünden sildiler. Nedir bunların bu Cengiz Han vaziyetleri anlamıyorum.
Batı Avrupa’nın şiddete meğili başlı başına tartışma, öğrenme konusudur.
-Kafa mı yaşamak istiyorsun? İşte dev sır: Kaynar suya buz at ve buz eriyince iç.
-Gelecekte savaş yapay zekalar arasında yaşanacak.
-Sen sensizsin.
-Akıl sağlığı ile ilgili konuşacak hiçbir şey yoktur. Asıl konu aklî bozukluktur. Hikaye ondadır.
-Sessizlik içinde tanışmak?
-Konstantinopolis Avrupa’dan fethedildi. Fatih Sultan Mehmed’in ordusu Edirne’den sefere çıkmıştır.
-11 Eylül manyaklığını hangi ülke yapmaya cesaret etmiş olabilir? İran. İran buna yeltenir. Sonrasında takip eden Irak ve Afganistan Savaşları asıl hedefin yanındaki küçük hedeflerdir.
-İspanya’da Musevi kıyımı yapıldı. Museviler İspanya’yı terk etti. Almanya Museviler’i katletti. İkisinden de kaçabilen İbraniler İstanbul’a geldiler. Sonra nedense Museviler İstanbul’u terk eder oldular. Herhangi bir sistematik kıyım falan olmadı. Ama Museviler yinede gittiler. Yani büyük çoğunluğu. İstanbul’da hayat zor arkadaş.
New York is the City of dreams
İstanbul is the City of realities
Bugün 9 Şubat 2022 Çarşamba İstanbul Bahadır Gezer
Benim bayramım. Vatanımda esaret altında yaşamayacağımın kanıtı. Benim bayramım. Dimdik durur yıkılmaz anıtı. Anadolu'da Türk'ün yaşam hakkını canı pahasına savunarak kazandığı İstiklâl Savaşı'nda benim için ruhunu vermekten çekinmemiş, şehit, gazi, korkusuz ve vatanperver cümle Türk Askeri ve Ordumuz'a Allah'tan selamet ve mutlak huzur temenni ediyorum.
"Zafer zafer benimdir diyebilenindir."
30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun!
Avrupa Elemeleri aslında futbol turnuvaları arasında Dünya’da kalite çıtasının en yüksekte olduğu turnuvadır. Önem demiyorum. Kalite diyorum. Çünkü futbolda marka olan İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Hollanda, Portekiz, Belçika gibi ülkeler bu şampiyonada birbirleriyle kapışma fırsatı bulurlar. Dünya Kupası’na giden Avrupa ülkesi sayısı sınırlı olduğu için devlerin kapışma meydanı Avrupa Elemeleri oluyor. Kalite açısından Avrupa Şampiyonası’nın takipçileri tabii ki Dünya Kupası ve UEFA Şampiyonlar Ligi’dir.
Türkiye futbolda artık bazı hesapları farklı yapmanın peşinde olmalı. Artık Türkiye Futbol Federasyonu’nun kuruluşundan 100 sene sonra Türk A Millî Futbol Takımı’nın karnesi nedir diye bakıldığında bizim adımıza iyi bir tablo çıkması gerektiğinin öneminin farkında olmalıyız. Ben baktım tüm maçlar listesine. İlk maç 1923 yılında Romanya ile yapılıyor. Bundan sonraki yıllarda toplam olarak aşağı yukarı 500 tane millî maça çıkıyoruz. Attığımız toplam gol sayısı 640 civarı. Yediğimiz gol sayısını söylemiyorum. 100. yılda attığımız yediğimizden çok olsun hedefi gütmek saçma mıdır?
Haydi tamam: “Futbolda bunlar var. Biraz gol kaçırmayı da bileceksin, öbür türlü zaten her atak gol olurdu. O zaman da seyir olmazdı. Futbolcu makul çerçeve içerisinde oyunu sahnelemeli.” Yahu; bu dangalakça görüştür be! Futbol spordur. Sahadaki sürekli ve daima gol atmayı düşünmeli ve hamlesini bu yönde yapmalı. O esnada zaten gene gol kaçar, gene faul olur, gene o olur şu olur bu olur… Yani bu anlayışla sahada olunduğunda yine futbolun içindeki her şey ortaya çıkar. Yani istatistikler normalleşsin diye abes pozisyonlarda topu auta dikmemiz gereksiz. Ayrıca çok gol atmak ayıp bir şey değildir ki. Örneğin 1960-1970’lerde futbolun zirve ülkeleri İngiltere, Macaristan, Batı Almanya, Brezilya gelene gidene 5 çakıp gönderiyordu. 7-0, 8-0’lık maçlar olağan idi. Böyle böyle bu adamların tüm yıllar toplam attıkları gol sayısı şişti. Biz ise geri kaldık.
Şimdi ise elimizde altın fırsat var. Kalitesi, yeteneği, karakteri, kondisyonu, kabiliyeti en yüksek mertebede olan futbolcular Türk A Millî Futbol Takımı’nda buluşmuş vaziyettedir. Şimdi 100 yıl sonrasını düşünme vaktidir. Şimdi gelen Karadağ’a, Cebelitarık’a, Letonya’ya maç başı 7 gol atma zamanıdır. Tarihi istatistiklerimizdeki durumu ancak böyle toparlayabiliriz.
Tarafsız açıyla bakıldığında bizim grup şu anda muhteşem bir hâl aldı: Türkiye 8 puanla lider, Hollanda, Norveç ve Karadağ 7’şer puandalar. Grubun ilk 4 takımındaki 3 takımın puanları eşit. Bu muazzam bir olay. Bir de konuya biraz Karadağ perspektifinden bakınca: “Şimdiye kadar Avrupa Elemeleri finallerine kalmak için hiç böyle bir şans elde etmemiştik. Ülkede ciddi ciddi Avrupa Elemeleri’ne katılabilmek hakkında tartışma programları falan yapılıyor.”
Aslında bana kalırsa bizim grubun final maçı açılış maçı idi. Türkiye-Hollanda maçı. Çünkü gruplar başlamadan evvel genel tablo şöyle diyordu: “Hollanda açık ara lider olur. Norveç ve Türkiye ikincilik için çekişir. Karadağ, Cebelitarık ve Letonya üçüncülüğü kovalar.” Ve ancak bizim millîler ilk maçta canavarlaştı ve Hollanda’ya 4 gol çaktı. Maalesef 2 tane de yedik. Ve ancak grubun final maçı diyebileceğimiz maçı kazandık.
Bundan sonra, “Acaba tesadüf müydü? Norveç bizi sarsmasın?” düşüncesiyle Norveç’e karşı maça çıktık ve yemeden 3 gol attık. Yani tabiri caiz ise; grubun ilk iki sırasının olağan adaylarını dağıttık.
“Demek ki her şey yolunda gidecek.” derken Letonya’dan 3 gol yedik. Ardından bugün Karadağ’dan İstanbul’da 2 gol yedik.
Ülkeler futbol sporunda damgalarını bir iki yılda değil, yüzlerce yılda bıraktılar ve bırakıyorlar. Millî takımımızın her çıktığı 90 dakika bizim için millî fırsattır. Sportif başarı, ülkelerin yaptığını doğru mu yanlış mı yaptığının kanıtıdır. Devletin yönetici güruhu kendi öz milletine ihanet memba haline gelmişken sporcu ülkesinde doğruluk ve iyilik için mücadele edenlerin olduğunu hatırlatır. Sportif başarı, prestijdir, imajdır, namdır; paradan fazlasını ister. Sportif başarı mutluluk ve faydadır.
Kim ki futbolcuya “aşırı fark yapmayın.” diyorsa adîdir. Kim ki futbolcuya “rakiplere ders çıkarabilecekleri görüntü vermeyin.” diyorsa fesattır.
Bugün Türkiye 7-0 kazanabileceği bir maçı 2-2 sonlandırdı. Sanki millî takım Anadolu “İstanbul’daki maçları kazanamıyoruz ya.” desin diye itina ile çaba gösteriyor. Bu fazla kötü niyetli bulunur ise son Dünya Şampiyonu Fransa’yı yenen, Hollanda’yı yenen Türkiye’nin İstanbul’da Karadağ’dan 2 gol yemesi nedir?
Kanattan kanata tek pas yapan, topla istediğini yapabilen, Türk Milleti’nin desteğini her zamanki gibi alan bir Türk A Millî Futbol Takımı’mız var. Bu takımdan başarı beklemek halayperestlik değil bilâkis gerçekçiliğin en sade halidir.
Çocuk 5 yaşında. İlk maçına götüreceğim. Tabii ki rakibin biraz zayıf olduğu bir haftayı seçeceğim ki çocuk ilk maçında galibiyet görsün. Bizim takım ligde 2. sırada, rakip 14. sırada… Makul görünüyor. Ve ancak bizim takım 14.’ye yeniliyor. Anlıyor musun durumdaki kelekliği?
Böyle yapmasın millî takım.
Millî takım bizi üzmesin.
Millî takım acımasın.
2 Eylül 2021 Perşembe 01:43
Mübarek Ramazan Ayı'nın neticesi olan Şeker Bayramımız tüm inananlar için özgürlüğün, güvenliğin, huzurun ve şifanın vesilesi olsun inşallah.
Herkese İyi Bayramlar
HAPPY RAMADAN
13 Mayıs 2021
This site is SSL certified. Bu site SSL sertifikalıdır.
Türkiye'nin belli bir zümre ya da saltanat ailesinin değil, Ahmet'in, Mehmet'in, Ayşe'nin, Fatma'nın, tüm Türk Milleti'nin devleti olduğunun nişanesi ve delili olan Cumhuriyet'in Bayramı; vatanını seven, olanların farkında olan bütün Türk vatandaşlarına kutlu olsun.
“TÜRK MİLLETİNİN KARAKTERİNE VE ADETLERİNE EN UYGUN OLAN İDARE, CUMHURİYET İDARESİDİR.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Ben maçın ikinci yarısını izlemeyeceğim. Sormak isterdim millîlere; Bu maçtan sonra forma takas eder misiniz?
7 Eylül 2021 22:39
TCG Anadolu
Cebelitarık galibiyetimizle grupta puanımız 8’den 11’e yükseldi. Bu esnada Hollanda ve Norveç’te boş durmayıp puanlar toplayarak 10 puana geldiler.
Biz millî takımımızı ne de olsa bizim diye oldukça eleştirebiliyoruz. Aslında uzun zamandır maç kaybetmeyen bir Türk A Millî Futbol Takımımız var. Bununla beraber güçlü rakiplerin dize getirilmesi ve kaba tabir ile daha basit takımlara karşı beraberlikler alınması tabii ki destekleyenlerin sinirini bozuyor.
Hollanda maçı “istatistiklerimizde bir mağlubiyet yer alsın ki anormal görünmeyelim” diyebilecek zihniyete göre mağlup olmak için güzel bir maçtır. Umarım bizden yana olanlar böyle düşünmezler. Düzgün oturup doğru konuşursak şunu söyleyebiliriz: Bu maçta beraberlik Türkiye’nin işine gelecektir. Hollanda karşısında iki maçta 4 puan toplayıp Hollanda’nın 1 puanda kalmasını sağlamak başarıdır.
Yalnız şöyle bir durum var: Bizim millî takımımızdaki futbolcuların pek çoğu Avrupa’nın güzide klüplerinde oynamaktalar. Ve bu klüpler futbolcularını milli takımlara uğurlarken belli bir beklenti taşırlar. Gönderdikleri futbolcu millî takımında başarılı olsun, böylece sporcunun rayici artsın ve klübün ismi duyulsun isterler. Feyenord Türk A Millî Futbol Takımı’na futbolcu gönderirken gitsin Karadağ ile, Letonya ile berabere kalsın diye istemez. İngiltere Ligi’nde yabancı futbolcuların tümü kendi ülkelerinde millî olduğuna göre klüp kariyeri açısından millî performans önemli.
Bununla beraber eğer Hollanda’yı iki fark gibi bir skorla bu gece yenersek, bu Kupa öngörüsüne şu mesajı gönderecektir: Türkler yarı finalden azını hesaba katmıyorlar.
Bu gecenin maçlarına baktığımda öne çıkan karşılaşmalar Fransa-Finlandiya, Avusturya-İskoçya, Danimarka-İsrail… ve tarafsız olarak geceye baktığımda Hollanda-Türkiye maçı uzak ara gecenin maçı olarak görünüyor. Bu Güney Amerika’da, 3 m²’lik odasında Dünya’dan futbol görüntülerini izleyen Gonzales’in bu maça bakacağının sinyalidir. Gonzales önemlidir. İnsan önemlidir.
Katar ne zaman UEFA oldu yahu?
Şimdi maçı izlemeye doğrulacağım. Başarılar millîler! Başarılar Türkiye!
7 Eylül 2021 21:44
TCG Anadolu